5 Nisan 2010 Pazartesi

bu cümlede yaklaşık 6 senelik yaşanmışlıklar var. ve 7. senesi bu şekilde aktarılıyor:

-----
sorunlar açığa çıkarken yazmaktan nefret ediyordum. nefret ettiğimi anlatmaya çalışmıyordum ama bunlar daha çok bu nefreti anlatıyormuş.


olmam gereken yerde değilim. burada sadece böyle hacimce yer kaplamak yetmiyor buradayım demeye. hiçbir şey yetmiyor. var olmam kendime acı verirken nasıl bir başkası için değerli olabiliyorum? yok olmak istiyorum. hiç olmamışım gibi olmak. hiç olmak, hiç olmamak. ikisi de aynı kapıya çıkıyor işte?




hayattan bir şeyler almak istiyorum. o bana istediğimi vermedi ve biliyorum kime sorsan böyle der. ya da insanlar yanlış şeyler istemekle meşguldür. ama eğer bana istediğimi verseydi sen var olmazdın.
(sen derken yazı kastediliyor.) senin sebebin bu. kalbimin atmadığı zaman seni bir keşfeden olur belki. belki onlara anlatamadığım bu yok olma isteğimi okuduklarında üzülürler? üzülsünler... ben yok olamadım, sevinmesinler. bırak, bırak da üzülsünler. kızsınlar, nasıl da bencilce düşünmüş diye. bir kum tanesi kadar kalıntım kalmasın isterken, bedenimle burada oturmamın nasıl canımı yaktığını anlasınlar. var olmaktan acı duyduğumu benden daha iyi anlasınlar ve en çok da bunu anlasınlar. binlerce yolla hayatıma son verebilecekken neden yapmadığımı anlasınlar. yok'u göremediklerini anlasınlar. ben isteğimi gerçekleştiremiyorum, mutlu olmasınlar...


öc almak gibi bir şey bu. kendini suçlamak istememek.
-----

neredeyim ben? canımı çekişirken buluyorum, o çekişmeye çekişen gözyaşlarımı... hepsinden de çok titrerken, kendimi titrerken bulduğumda hissettiğim o acıyı ... yarın ne olacağını biliyorum mesela. hangi yolu izlediğimi biliyorum artık. neden durup durup kendime zarar verdiğimin farkındayım artık. dikkat çekmek!.. yaptığım bunca şey dikkat çekmek için işte! bu yazı bile onun için! bunu gözlerime baka baka söyleyen o doktor olacak kadına lanet olsun! zamandan şikayet ediyordum değil mi? al işte, yarın ne yaşayacağımı biliyorum. anneme sarılıp saatlerce ağlamak istiyorum aldırmadan. yapamıyorum... ben dikkat çekmek istemiyorum! sorulara cevap aramak istemiyorum. bulamadığım cevaplar yüzünden belki de şu an can çekişir gibi hissediyorum. karnımdan kafama ulaşan bir acı var içimde. sürekli akıyor yukarıya doğru, tutamıyorum... günlerdir konuşmamaktan boğazıma takılan bir yumru... hiç aç değilim, hiç susuz değilim! yalnız da değilim üstelik... "bilmiyorum." cümlesi yine anlamından kayıp gitmeye başladı, anlamını kaybediyorum... sorulan her sorunun cevabı olamaz ya! şu an benden çok uzakta bir çarem var, biliyorum. belki iki adım ötemde duruyor ama ölesiye uzakta... sadece ne yapacağımı biliyorum, ne yapmam gerektiğini değil. tam şu anda uyutulmak istiyorum. her şeyden uzak, her şeyden sakin, her şeyden hissiz... sabah beni bekleyen bir şey olmadan uyanmak, arkasından uyandığım fark edilip tekrar uyutulmak... döndüğümde bazı şeyleri yerinde bulmak... istiyorum işte, anneme sarılıp saatlerce ağlamak istiyorum. onu üzdüğümü düşünüyor. içimdekileri biliverse yeniden... ben saatlerce ağlasam sarılıp ama o duymasa, görmese, sezmese... çok korkuyorum anne, çok! tutamayacağını bilsem de elini tutarak gitmek istiyorum sonuma. ben kimseyi üzmek istemiyorum anne, hele ki seni! bu cümlenin sonuna bir "ama" da eklemek istemiyorum ama dayanamıyorum anne! yine titriyorum, yine diplere düşüyorum, yine kontrol edemiyorum... acı ciğerlerime ulaştığında öyle yakıyor ki! bunu tarif edemem. kime içimi döksem? kimseyi incitmeden kimden yardım isteyebilsem?.. usul usul korktuğumu kime gösterebilsem? ilk defa bu kadar farkındayım her şeyin. bu korku ilk defa böylesine yükseklere alevlendi. sonumu görüyorum ... yarınımdan korkuyorum ...


birilerine anlatmıyordum. anlattıklarım, dinleyeni sadece çaresizliğe sürüklüyordu ve bunu yapmaktan nefret ediyordum. tek bir kişinin çaresiz olması daha iyiydi. ben zaten çaresizdim, başkalarına da bulaştırmak istemiyordum. istekler canlanıyordu kafamda:


bunu yapmayı hiç istememiştin. hele ki planlamayı... düşünüyorsun da artık arkanda bırakacak önemli bir şeyin de yok. konuştukça dibe batıyorsun nasılsa. üstelik annene sarılıp, kendi isteğini de yerine getirdin. ağladın hıçkıra hıçkıra ve istediğin gibi, soru da sormadı sana. ama ne değişti bir bak? kendi gereksiz varlığını hissederken düşünemiyorsun başkalarının sana üzülmesini. kime anlatsan verdiği tepki doldurmuyor hayatta kalma isteğini. seni en çok anladığını düşündüğün insan bile çocuk gibi davrandığını söylüyor. ya gerçekten çocukluk ediyorsun ya da gerçekten kelimeler yeterli gelmiyor anlatmana. belki annen anladı o gece demek istediklerini ama neye yarar? çaren yok, yapmak istediğin bir şey yok! bütün hayatını ilaçlara bağımlı olarak geçirmek seni nasıl hissettirirdi düşünsene! tanrıya inancın kalmadı, doktorlara bağlı olmak istemiyorsun, peki ne olacak sonunda? gücün kalmadı... o yılları geçirmek için harcamışsın sanki bütün gücünü ve şimdi tutunamıyorsun hiçbir dala. düşüyorsun sürekli aşağıya ve o acı yavaş kalıyor senin yanında. sen ayaklarından kafana gittiğini hissediyorsun o acının oysa sen yamuk yapıyorsun, düşüyorsun aşağıya. gece ne yapacağını biliyorsun da sabahı kestiremiyorsun bir türlü. çok mu uzaklara gideceğim? çok daha yakınlara mı sığacağım? ne olacağım?


böylelikle planlar yapılmıştı. gerçekleştirmek için 2 mayıs günü beklenecekti. daha vardı.


bir doktorun yardımı dokunabilir mi dersin? denemeli miyim sence tekrar? nefret ettiğim hapları içerek mutlu olabilir miyim dersin? ne yapmalıyım, ne?!


dün gece olmadı. titrerken beceremiyorum bu işi. elim ayağım zangır zangır titrerken gücümü kullanamıyorum işte. hem de cam kırıkları çok acıtıyor düşününce. bir intihara alet olacak kadar soğuk gelmiyor insana. ama insanın da dışarı çıkıp, bakkaldan bir jilet alacak kadar gücü yoksa iş görmesi gerekiyor bir yerde. görüyor mu peki? şimdilik hayır. bu benim titrememden kaynaklanıyor ama. acıyı derimde-etimde değil de tam kalbimin derinliklerinde hissediyorum, yapamıyorum, titriyorum.

ve şu an annem de farkında kötü halimin. yaptıklarımdan habersiz tabii ki ama ilgisi yeterince belli ediyor kötü bir halde olduğumu.

su yok edebilir mi her şeyimi? buz gibi tepemden aksa tazeler mi beni? çok da tedirginim. biliyorum gizliliğimden bu tedirginlik. en ufak çıtırtıda ödüm kopuyor, korkuyorum yaptıklarımdan. gerçekten böyle mi olacak? gerçekten ölümden korkuma mı intihar etmiş olacağım? biliyorum ölümüm bundan başka şekilde gerçekleşmeyecek. canımı alması için dua ettiğim tanrıyı da kaybettim ve yapabileceğim sadece bu kaldı. zaten almıyordu da canımı, onca duaya karşılık.

öyle bir noktadayım ki yardım istemiyorum bile. bir doktorun emrine girme gereksinimi duymuyorum. tek isteğim daha az titreyip, daha güçlü olabilmek. bu gece de acıyacak mı kalbim, ne dersin?
yaşayamıyorum ...


kırılan çay bardağının her bir parçası başka yere saklanmıştı. sanki oyun oynuyormuşuz gibi annem o cam kırıklarına yaklaştıkça panikliyordum. üzerinden birkaç gün geçtiğinde odanın kapısını açarken bile telaşeyle onu geri odaya götürüyordum. bir şeyler sakladığımı anlamıyordu. eğer bulursa her şeyimi uzun süre kontrol altında tutacağını biliyordum.
-----


bugün abimden ayakkabı istedim, "denk gelirse haber ver." dedim. o isteği nereye koyacağımı bilemedim. laf olsun diye ağzımı açmamam gerektiğini anladım o anda. canlarını acıtmadan gitmek istiyorum.


çünkü 2 gün öncesinde bir intihar girişimim olmuştu ve 2 gün sonra tekrar olacağını biliyordum. ölebilmek için gerçekten çabalıyordum, ayakkabı gerekli miydi? ve ölüp gittiğim zamanı düşünüyordum, suçluluk duyuyordum. arkamda kalan bir isteğim olmasını hiç istemiyordum, o istekle anılmayı. bu istek ayakkabı dahi olsa.
-----


2 mayıs 2009 - beceriksizliğin günü!


kusmayacağım diyip yatmıştım yatağıma. derin uykuya dalmaktı niyetim. kusmaya kalkışmadan gözlerimi kapayabilmekti. ne mi oldu? mide bulantısı... kusmamalıydım bu sefer. öyleydi kararım hem. o nasıl bir baş dönmesi ve mide bulantısıydı, anlatamam. koştum tuvalete. kusacak kadar bile halim kalmamıştı ama kusuyordum, kusmuştum. hiç hesaba katmamıştım ben bunu. midem bulanmayacaktı ve kusmayı düşünmeyecektim bile. kustuktan sonra anladım ki yine beceremeyeceğim. bu sefer de annemin yanına, ananeme gittim. tam o an işte! ölebilirdim... zar zor konuşsam da söylemiştim anneme. o yine benden kusmamı istiyordu ve haberi yoktu ilaçların kanıma çoktan karıştığından. iki kaşık sarımsaklı yoğurt yedirse de onu da kustum. ayakta duramayacak kadar titrerken ve kendinde değilken kusmak çok kötüymüş.

sonrasıysa berbattı günün. gözümü açamadım haliyle ama o nasıl bir haldir... uyuşturucu krizini anlatan pek çok filmde de böyleydi. görüntülere engel olamıyorsun ve üstüne üstüne geliyorlar, hem de yetişemiyorsun. gözlerim kapalıydı ama görebiliyordum. sık sık annemi ve lucky'yi gördüm. odadaki konuşmaları dinlemeye çabaladıysam da boşunaydı, anlamıyordum. herhangi bir şeyi takip edemiyordum. gözümü açsam başım daha fena dönüyordu, uyumak zorunda kalıyordum. uykumdan uyandıracak kadar "uyarıcı"lar da vardı vücudumda. titrediğim yetmezmiş gibi sık sık istem dışı hareketlerim de vardı. bugün ayın 7'si olmasına rağmen devam ediyorlar üstelik, o kadar şiddetli olmasa da.

ertesi gün de yine berbattı. gözümü açmaya başlamıştım ama gördüklerim çok bulanıktı. aynaya bakamıyordum ya da ışıklı bir yere. o gün de uyumuştum. ondan sonraki gün ise yüzümü yıkamak için aynaya baktığımda tanıyamadığım bir kişi vardı karşımda. saçları kabarmış, gözleri fırlayacak gibi pörtlemiş, üst dudağı yukarı çekilmiş, çenesiyse hala titreyen bir kişi. kendimden ilk defa korktum o gün. o gün de olsa ölebileceğimi düşündüm o halimi görünce. zaten ölmeliydim bu sefer...

oysa bugünleri hiç düşünmemiştim ben. tekrar başlamak zorunda kalacağımı, rol yaparak bir şeylere girişmek zorunda olacağımı... düşünmemiştim işte. kusmayacaktım ve ölecektim!
o günden sonra pc'yi ilk açışım oldu bu. şimdiyse yemek yemeliyim ve rolüme devam edip pc'yi kapatmakla iyi edeceğim. ...


annemin yanına gittiğimde bana kızacağını biliyordum. daha önce de yapmıştım çünkü bunu. ama o ilk denemede bilinçsizdim ve korkuyordum. hapları içtiğimi söylememe de gerek kalmamıştı, kendisi farkına varmıştı. kusturmaya çalıştığında başım dönmüyordu. kusmamak için inat ediyordum, saçlarımı çekiyordu. o yüzden aynı şeyler olacağını biliyordum. kapıdan girerken umursamaz bir tavırla "noldu, rengin kaçmış?" demişti. ne yaptığımı söylediğimde beni öldürecek kadar öfkelenmişti. ölmek istediğimi bilmese boğazımı sıkıverecekti belki oracıkta. 40 dakika kadar önce ona; uyuyacağımı, beni rahatsız etmemesini söylemiştim. söyleyiş tarzım onu kırmıştı. sanırım bilerek yapmıştım, korkumu yenmek için. ne ara ne yaptığımı bilmiyordu. kızıp ananeme gitmişti. bense onu kırdığımda çoktan içmiştim hapları. işte ona söylediğim an, daha yeni içtiğimi düşünmüştü. "allah seni kahretsin" diye bağırıyordu sürekli. bağırmasını taşıyamıyordum, öldürmesi için yalvarıyordum. dövüyordu ve ne yaptığını bilmediği için kendine kızıyordu. içeri götürüp koltuğa yatırmıştı. neden diyordu, ne zaman diyordu, nasıl diyordu. hiçbirini cevaplamamıştım çünkü her şey tersine dönmüştü. ondan daha öfkeliydim. ancak onun o an neler hissettiğini sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım. ama kesinlikle haklıydı, en ufak bir şüphem yok. onu asla suçlayamam.
-----
kendimi öldürmek istememin cezası büyüktü. "daha sonralarının olmayacağı hayalim"in yıkılması bir yana etrafımdakiler de bana kızgındı. benim için her şeyi yapıyorlardı, yaranamıyorlardı. düşünceleri buydu. sanırım onlar da beni, benim açımdan anlayamayacaklar. özellikle abim çok fazla üzerime geliyordu. kaldıramıyordum. bütün bunlardan kurtulmak için o yolu seçmiştim. bu şekilde davranmasalardı kendimi daha kısa sürede toparlayabilirdim. gücümün tek kaynağı annemdi. onunla uyuyup uyanıyordum. saçma cümlelerimi seslendirebiliyordum. çünkü artık umursamadığımı bilmesini istiyordum. hayretle gözlerime bakıyordu. daha önceleri hiçbir şey anlatmıyordum, hiçbir şey itiraf etmiyordum. şaşırıyordu. ama daha çok sahip çıkmaya başlamıştı, daha çok bağlanmıştık. bu yaşadığımın güzel bir yanı da buydu işte. artık sustuğum zamanları anlayabiliyor. konuşmak istemediğimde kendisi de sessiz kalmayı becerebiliyor. konuşursam saçmalayacağımı, saçmalamak istemediğim için sustuğumu anlıyor. işte o üzerime gelinen zamanlarda da bunları düşünüyordum:

her şey anlamsızlaşmaya başladığındaydı. ben ağlıyordum. sıcaklamamıştım ama yüzümü ıslak bir el siliyordu. o kadar anlamsızdı ki o an için bu yöntem.. hiçbir derdimin çaresi olamıyordu o ıslak el. çare olmak için uzanıyordu oysa ve belki de korka korka. farkına vardığım tek şey ıslak oluşuydu. sıcaklamıyordum!

sıcak ve soğuk da anlamını yitirmeye başladı yüzümün ıslaklığıyla. düşünüyordum. genel olarak "neden?" sorusu vardı düşüncemde. ara ara da "ne düşünüyordum?" düşüncesi. düşünmek de anlamsızdı..

iyi mi olmuştum bir ara? iyi görünmek zorunda kalmıştım sadece. anlamsızlık, tüm anlamsızlığıyla devam ediyordu. gülüyordum tepki olarak.

kalbim kırılmıştı. işe yaramazlığın anlamını düşündüm bir süre. anlamlıydı. benim varlığımdı o ve bir türlü yok edemiyordum onu. onu da anlamsız yapamıyordum. tepkimin şiddeti artıyordu. kırık bir kalple ağlıyordum. işe yaramıyordum..

onca intihar girişimimi düşünüyordum, anlamsızdı. insanlar birisinin "intihar etti"ğini duyunca, o kişinin öldüğünü düşünüyorlardı. yaşıyordum. çelişkiydi.

"daha başka?" dedim kendi kendime. gücümün yeteceği başka bir şey yoktu. kendi işime bile yaramıyordum.

saat geç olmuştu sonunda. uyurken anlamıyordum ne durumda olduğumu. hissettiğim onca berbat duyguyu uyanıklıkta bırakıyordum. rahattım oysa. ve tüm anlamsızlığıyla gözümü açıyordum sabah olduğunda.

ölmem gerekiyordu. düşünüyordum. ölmediğimi fark ettikçe öfkeleniyordum. ve bir kez daha kırılmıştı kalbim. yine işe yaramıyordum. üstüne tersleniyordum bir de, tersliyordum.
tüm beceriksizliğimi görmem gerekiyormuş gibiydi. kırılması gereken kalbim değil, kafamdı. kırıklar, bilincimi kapatmalıydı.

şu an ne kadar berbat duygularla hayatta olduğumu kim anlayabiliyor ki?.. anlamlı olan tek şey "işe yaramamak" ve o benim bedenim. var olan bedenim. beceriksizliğimi anlatmama gerek var mı? kendime bile nasıl nefret dolu olduğumu? sıradanlığı? ...

yaşayamadığım anlardan. gittikçe emin oluyorum ölümümün ne şekilde olacağından..

-----
daha sonrasında annemin isteği üzerine doktora gitmiştik. kaç yıl taşınmıştık hastaneye ve artık nefret ediyordum o ortamda bulunmaktan. daha hastanenin kapısından girerken sıkılmaya başlamıştım. hasta insanları görmek beni de hasta yapıyor. bakışlarım garipleşmişti. sürekli sayı sayıyordum. ayağa kalktığımda hızlı adımlarla dönüp duruyordum. paranoyam vardı, bakışları üzerimde seziyordum. annemse beni ilk defa öyle görüyordu. çok dikkat ediyordum nerede ne yapacağıma. yalnızken hep böyleydim aslında. sadece umursamazlığım vardı bana bunu annemin yanında yaptıran. o ruh haliyle adımı okumuşlardı. korkumu cesaretmiş gibi gösterme huyumdan vazgeçmiş değildim. doktorun yanına girdiğimde cesaret gitmiş, korku artmıştı. çünkü korkumu saklayacak bir şeyim kalmamıştı.


teşhis: şizofreni


bu kez doktor koydu teşhisi. ve ben o teşhis yerindeki "şizofreni" yazısını görmektense "psikotik bozukluk" diye geçiştirilmeyi tercih edeceğimi ilk kez anladım. okuduğum an, içimde nelerin yıkıldığını anlatacak gücüm kalmadı. daha doktorla konuşmaya çabalarken terk ediyordu beni o güç. bacaklarım titriyordu ama nasıl da sıktım belli olmasın diye. doktorun yanındaki o iki stajyerin tedirginliklerini hissedebiliyordum bir kez olsun bakmasam bile. benim tedirginliğimle karışıp kaplıyordu odanın içini. doktordaysa fark ettirmemeye çalıştığı bir panik görüyordum. ve kısık sesle konuşmasına sinirlenmiştim. her "efendim?" diyişimde içim parça parça olmuştu. intihar girişimlerimi hayretle karşıladı, bense anlamlandıramadım.

- pişmanlık duydun mu?
- hayır.

işte o an yüzüme her zamankinden daha uzun baktı. belki anca 1 saniyeydi ama kağıttan kafasını kaldırıp bakması için uzun bir süreydi o 1 saniye. sonraysa kağıda o kocaman "hayır" kelimesini de ekledi.

benden sonra annemi aldı içeri. ona ne dediğini çok merak ediyorum.

eminim şaşıp kalmıştı, bu kadar şeyi tek seferde anlatıp teşhise yardımcı olan hastası karşısında. benim niyetimse psikoloğa gitmekti. psikoloğa direkt numara vermedikleri için önce oraya gitmem gerektiğiydi.


sonunda bir EKG istedi ve verilen kağıda bakıp sorunun olmadığını, ilacı yazabileceğini söyledi. yan etkilerine göz yummak zorunda olduğumu ekledi.

-----


"intihar mektubu bıraktın mı?"

cevabım hayırdı. ben her intihar mektubu yazışımda yaşamam gerektiğini düşündüm ve yapacaklarımdan vazgeçtim. oysa bu oyundan kimsenin haberi yok. ben durmadan bir "intihar mektubu" yazıyorum.


evet, en mutlu anımda karaladığım iki satır bile bir intihar mektubuydu. çünkü sadece o şekilde ölebileceğimi düşünüyordum.
-----


keşke çevremdeki herkes kadar mutlu ve mutsuz olabilsem. sinirlensem; bağırsam, çağırsam. üzülsem; ağlasam, sussam. sevinsem; hep gülsem, hep konuşsam. keşke bir şeyler hissetsem. kötüye gittiğimi hissediyorum son zamanlarda. hayattan zevk almıyorum. en sevdiğim yemek bile kokusunu kaybetmiş sanki. pişerken kokmuyor burnuma buram buram. müzik dinlemek işkence gibi. ve ben bu halimde gitmeyi düşünüyorum. başka bir şehre, başka bir çevreye. başka başka hayatlara girmeyi düşünüyorum. bu en soyut halimle. bütün hislerden uzaklaşıyorum. her şey anlamsızlaşıyor.


başka bir şehirdeyim. başka bir çevredeyim. başka hayatların içindeyim. soyutluğum kalmadı. belki sadece biraz saydamım. bütün bunlar, sadece geçti. bunları yaşayan ben değildim sanki. ama hepsine şahittim. şu an böyle bir insan olmamın en büyük sebebi bu. bunları yaşayan kız içimde yaşamaya devam ediyor ve ben onu hala çok seviyorum. biliyorum ki zekasından kaynaklanıyor bu, gereğinden fazla iyi birisi olmasından kaynaklanıyor. ikisinin bir arada oluşundan kaynaklanıyor. bazen öldüğünü düşünüyorum o kızın, garip bir hüzün kaplıyor içimi. ölmüş olması mükemmel olurdu ancak ben onun gibi bir kızı bir daha tanıyamayacağımı biliyorum. yaşanılanları sevmediğim kadar o kızı seviyorum.
-----

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder