24 Eylül 2010 Cuma
sanırım birazdan ağlayacağım.
daha ilk cümlelerimde yazmıştım halbuki, burayı bu sıkıntılarla doldurmak istemediğimi.
aynı kelimeyi aynı yerde kullanamayacağın insanların varlığına bile alışabiliyor insan bünyesi. sonra gün geliyor, yokluğuna da alışmışsın. 3 gün erken uyansan, 4. gün yine o saatte gözlerini açıyorsun. hiçbir şeye aynı zaman diliminde alışılmıyor. alışmak kötü bir şey desem olmayacak. kalabalığa alışıp yalnız kaldığım için hiçbir şeyi suçlayamam. zaman geçecek, yalnızlığa da alışacağım. zaman gelecek, başkalarına alışacağım. yine de çekişmek istiyorum bir şeylere. televizyon kumandasına, kapı ziline, sofradaki ikinci çatala, son sigaraya...
keşke televizyon seyretmek gibi bir alışkanlığım da olsa. zamanla kazanılacağını biliyorum ama alışma sürecinde beni sinirlendirecek, istemiyorum. haber sunan spikerin gözlerine mi bakmam gerekiyor? dudaklarına mı? sadece okumam mı gerekiyor ya da? zaten bir süre sonra konsatrasyonumu kaybetmiş oluyorum, kulaklarım bile duymuyor söyleneni.
her gün takip ettiğim birkaç siteyle sınırlı değil bu internet denen şey, biliyorum elbet. yeniliğe tahammül gücüm sadece neşeliyken yüksek oluyor. çoraplarımın eskimesine bile kızıyorum yeri geldiğinde.
eğlenememek için çok çabalıyormuşum gibi. hiç anlamıyorum... bu durumdan hoşnut değilim, bu durumdayım, çıkmak istiyor muyum istemiyor muyum bilmiyorum, çıkabilmek için de hiçbir çaba göstermiyorum. hep böyleyim.
tuhaf şeyler düşünmeye başlıyorum. insan neden eğlensin ki? insan neden sıkılsın ki? insan neden konuşsun ki? insan neden yaşasın ki? insan neden var ki? cevabını bilmediğim neden sorularından nefret ediyorum. aslında neden sorusundan nefret etmiyorum, bilmediğim cevaptan nefret ediyorum. bilmediğime nefret ediyorum.
dönüp hatırladığım haliyle geçmişe bakıyorum, hiçbir şey ifade etmiyor. yaşamak için bir sebep bulamadığım gibi yaşamamak için de bir sebep bulamıyorum. ne kadar mutlu olursam olayım, ne kadar üzgün olursam olayım. mutluluk yaşamı istetecek bir şey değil. üzüntü de yaşamamayı istetecek bir şey değil. geleceğimizi bilsek her şey berbat olacaktı. mutlu mu olacağım, üzgün mü olacağım ileriki günlerde, bilmiyorum ki. göreceğimi umduğum güzel günleri sebepten sayamıyorum yaşamak için. zamanında acı yıldırmıştı. yaşamamak için bir sebep buldum sanmıştım. yaşamıyor olduğumda ne olacağımdan kimse bahsetmedi.
belki biraz kafein rahatlatır sıktığım çenemi. madem sıkmaya devam edersem dişlerimin ağrısından uyuyamayacağım, ne diye sıkıyorum?
neden sebep arıyorum? neye sebep arıyorum?
11 Ağustos 2010 Çarşamba
camları kapamak istiyorum artık, ara ara açtığımda gelen serinliğin bir anlamı olmalı.
yatağın üzerinde yorgan, koltuğun kenarında bir battaniye bulmak istiyorum. başucuma yayılmış kitaplar, ders notları... yine de ısınamamak.
erken kararan hava sayesinde geceleri sıkılmak istiyorum.
harıl harıl çalışmak istiyorum, bu tembellik gitmeli üzerimden.
bereli insanlar görmek istiyorum. bereli insanlar yapmak istiyorum. insanlara bere yapmak istiyorum. bu seferki istekçim kim olacak bakalım.
yataktan soğuk dolayısıyla kalkamamak, kalkınca da çoraplarıma sarılmak istiyorum. çorapsız yaşamak işkenceye dönüşmeli.
yağmura çekişmek istiyorum. yine yine şemsiyeden nefret etmek...
kar tanesi görüp mutlu olmak...
sevgilimin elinden tutup kapının önüne atmak istiyorum bizi. zaman zaman da kapamak içeri. elini tuttuğumda elim terlememeli artık. "üşüyorum, sarıl bana" diyebilmek istiyorum. kazağını hissetmek istiyorum sırtında. elimi sırtına hızlı hızlı sürtüp sıcaklık yaratmak istiyorum. sabah evden çıkarken sıkı sıkı giydirmek istiyorum onu. defalarca tekrarlamak istiyorum: dikkat et kendine.
eldivenli ellerimle bağcık bağlamak istiyorum.
botlarım, siyah pantolonum, siyah hırkalarım... her zaman yaptığım gibi, ilk yağmuru bekliyorum hepsini giyebilmek için. yaz gelene kadar da çıkarmayacağım yine, biliyorum.
elimi koluma götürdüğümde tenime ulaşamayayım istiyorum.
buzlu yollarda düşeceğim yoksa da sırf korktuğum için düşmek istiyorum. çöp, sakınan göze batıyor nasılsa.
ben bu iklimin insanı değilim, kalkıp gitmek istiyorum.
19 Temmuz 2010 Pazartesi
gregor samsa'yı öldürdüm
bu olayın üzerine dönüşüm'ü okumaya başlamam, aklıma o böcekten başka bir şey getirmiyordu. gregor samsa, bir gün uyandığında öyle bir şey olmalıydı. o böceğe odaklanarak hayal ediyordum tüm satırları.
bugün tuvaletin kapısını araladığımda da karşılaştım aynı böcekle. bu sefer; o, gregor samsa'ydı. öldürdüm onu. ilaçtan canı yanmış olacak ki sırtını yere verdi, çırpındı çırpındı... anlaşmamızı kabul etmedi ama ben yine de birkaç fıs daha sıktım üzerine. çabuk ölürse hem zorlanmayacaktı hem de beni kurtaracaktı. yenildiğini anlayana kadar çırpınmaya devam etti...
10 Temmuz 2010 Cumartesi
27 Haziran 2010 Pazar
hassasiyet
duyduğum bu söz ne sorumluluklarımı aksatmamdan ne de keyiften. bilgisayar burada değişken, yerine herhangi elektrikli bir alet getirilebilir. kişinin bunu söyleme sebebi elektriğin insan üzerindeki etkisinden kaynaklı. enerjiyi negatifleştirdiği inancı olabilir, vücudun harekete ihtiyacı olduğunu hatırlatma amaçlı olabilir... bir şekilde duyuyorum işte. çünkü birazdan "canım sıkıldı" diyeceğim. çünkü birazdan derin derin içimi çekeceğim. bir tedbir sadece.
bilgisayarı işi haline gelen ne kadar çok insan var oysa bugünlerde. işteki tüm zamanını bir ekran karşısında -hem de kapalı bir odada- geçiren ve eve adımını atar atmaz kasanın düğmesine dokunmak ilk işi olan pek çok insan... elbette bıkmalarını, usanmalarını beklemiyorum ancak neden elektrik onları, beni etkilediği gibi etkilemiyor? neden benim daha fazla temiz hava tüketmem gerekiyor? -bu taraftan bakınca güzel bir şey aslında. dumanaltı olmuş dört duvarın içinde kendilerini rahat sanıyorlar. bense o sırada bir ağacın üşenmeden ürettiği oksijeni soluyor oluyorum. belki iki ağacın, belki üç... peki ya neden övünemiyorum?-
kolumdaki bileklik... klipsi temas ettiği yeri kızartıyor, kaşındırıyor... bileğimde artık bir alerji görünümü var.
dayanılmaz sıcaklar... hepimiz bir şekilde dayanıyoruz aslında da dayanılmaz olan soğuk olsaydı, sıcaktan daha dayanılır olurdu mesela benim için.
ve kırılganlıklar... elektrik fazlalığına dayanamadığım gibi. hassas cildim gibi. sevmediğim sıcaklar gibi.
bir şekilde, yaşamayı öğrenip gelmeliymişim dünyaya.
1 Haziran 2010 Salı
beatles dinleyerek devam etmek istiyorum
hayatıma beatles dinleyerek devam etmek istiyorum. daha henüz kelimeler eskimemişken anlatılmış bir şeyler. notalar bile yeterince eskimemişken... mutluluk ne kadar safsa, üzüntü de bir o kadar dokunaklı aslında. sadece eskimişiz.
sanki o yıllarda, insanların yapması gereken çok az şey varmış gibi. sanki teknoloji asıl o zaman varmış gibi. dolu dolu boş zamanlara sahiplermiş gibi..
geçmişi düşündüğümde dürüst olamıyorum. kendi geçmiş yıllarıma bakıyorum, hatırlamak istediklerim yine eğlenceli anlarım. geçmiş ne kadar geçmişse bir o kadar da güzelleşiyor sanki.
teyzemi hatırlıyorum mesela, merdaneli çamaşır makinesi başında. çamaşır yıkarken bile mutluydu bana sorarsan. belki benim çocuk gözlerim öyle görmek istiyordu o zamanlar. bu hiçbir şeyi değiştirmez. zaman hepimiz için geçiyor. teyzem kendisi dönüp baksa, eminim o da daha mutlu bulacak kendisini. çünkü o zamanlar; şimdiye oranla, eskimemiş olan pek çok şey var. cahilliğin mutluluğu var bir taraftan..
elini sobaya henüz değdirmemiş olmanın insana kattığı bir şeyler var. o an için, elin sobaya hiç değmediğinden bunun ayrımında olmuyorsun. daha sonraları, yaktıkça yaktıkça, elinin yanmasını önemsemiyorsun bile. kimse sobaya dönüp kızmıyor, niye yaktın kızımın elini diye. öğrenilenler bir bir eskitiyor bizi. öğrenirken ne de heyecanlıyız oysa. işte beatles bu noktada bir yerlerde. anne sobaya dönüp, "niye yaktın kızımın elini" derken, kız sobaya dokunmaması gerektiğini anlamanın sevincini yaşıyor. ya bunu öğrenmese? her seferinde yaksa minik ellerini? o zaman da elleri eskiyecek.. henüz eskimemişken işte, tam bu noktada.