gözlerinizi kapamadan körebe oynamayı denediniz mi siz hiç?
olur mu canım! körebe dediğin şeyin adı üzerinde bir kere, ebe kör olacak.
ama denediniz, biliyorum. ipiniz olmadan ip atladınız, bisikletiniz olmadan bisiklet çevirdiniz... kör olmadan da ebe olmuş olamaz mısınız? yerden yüksek oynuyorum sandınız belki... belki saklambaç? gözlerinizi kıstınız. gözlerinizi kırptınız. uyudunuz, uyandınız. belli ki ebe sizdiniz. bir şeylere yaklaştıkça dokunamadan onları uzaklara taşıdınız. yakınlaşmaya çalıştınız, yakın hissettiniz. kimse ebelemedi sizi. "beni ebelemez" demiş demek ki birileri. mahallenin sevilmeyen çocuğunu kovaladınız siz hep sanırım. göz göre göre kanepeye çarptınız, eşiğe takıldınız... tuttuğunuz yastığı ebeleyebilirsiniz sandınız. gözleriniz açık yaptınız bütün bunları. "görmüyorum" diye yalan söylemeden, düzeltir gibi yaperken açayım biraz diye düşünmeden oynadınız. yastığı tutunca heyecanlanmadan açtınız siz gözlerinizi. ebe olduğunuzu bildiniz de.. hangi oyunda olduğunuzu bilemediniz siz. bir gün birisi tuttu elinizden, "otur şöyle, bir şey anlatacağım." dedi. anlattı. anladınız körebe oynadığınızı. anlamanızla birlikte oyun sona erdi. kimseyi ebeleyemediniz, üstelik düpedüz hile ile. gözleri açık, kör bir ebeydiniz siz. belki sonraları ebelerden kaçtınız. belki sizdiniz o mahallenin sevilmez çocuğu? yaklaştınız, yakın hissettiniz, "beni ebelemez" dediniz... oynadığınız körebe değildi sizin, bir daha düşünseniz?..
4 Şubat 2011 Cuma
28 Ocak 2011 Cuma
... konuşsana diye bağırdı sonra, yalvarır ses tonuyla. konuşmamakta ısrarcıydı. kadın sustu, adam söylendi. kadın sustu, nihayetinde adam da sustu. usulca paltosuna uzandı, sigarasını yaktı, paketi cebine attı ve kapıyı kapattı.
kadın yalnızdı. kadın, yalnızlıklara alışıktı. kimi mutlu zamanlarını yalnızlığıyla baş etmeye çalışırken yaşamıştı. yaptıklarından utanmıştı. yapanların, söyleyenlerin, görmezden gelinenlerin yerine de utanmıştı zaman zaman. işittiği sözlerdi genelde kalbini kıran, hassastı. "konuşmayacağım" yemini vardı yıllardan beri. bu, herkesin bildiğiydi. oysa kadın hiç yemin etmemişti. en kötü anlarında bile konuşmak için can atıyordu. ne uygun kelimeyi bulabiliyordu ne de ne anlatmak istediğini seçebiliyordu. bir dinleyen bulduğu zamanlarda bir uçtan başlıyordu anlatmaya. cümleler çoğaldıkça anlıyordu ki anlattığı, anlatmak istediğinin yanına bile varmıyor. durumu fark edince neyse diyor, öyle işte diyor ve karşısındakini dinlemeye koyuluyordu. her şeyi bir çırpıda açık ve net anlatan insanlar tanımıştı. her seferinde özenmiş ama yine yine susup kalmayı kendisine iş haline getirmiş gibiydi. kendi kendine de bağırıyordu oysa, konuşsana diye yalvarır ses tonuyla. bu susuşların bir gün başına yersiz dertler açacağını da biliyordu. bu yüzden bir an önce konuşmayı öğrenmeliydi, konuşacağı zamanı bilmeliydi. kendisine ne kadar söz verdiyse de başaramadı. her isteği suskunlukla son buldu. yine de çekinmedi söz vermekten. "konuşacağım" dedi, "konuşacağım" dedi... cümleler çoğaldıkça konu dağıldı. sanki tek bildiği bilmiyorum'du. zamanla bilmiyorum demek yerine de susmayı tercih etti.
söylemek istediklerini planladı bir müddet. konuşma sırası gelince, hiçbir şey istediği gibi olmayacağından adı gibi emindi. daha önce yüzlerce kez denemişti çünkü böylesini. başka çözümler aradı. konuşsa her şey çok başka olacaktı hayatında, farkındaydı. düşünmekten ağrıyan başını duvara yasladı ve suskunluğuna daldı.
"sessizlik de ağrıtır mı insanın başını?"
kadın yalnızdı. kadın, yalnızlıklara alışıktı. kimi mutlu zamanlarını yalnızlığıyla baş etmeye çalışırken yaşamıştı. yaptıklarından utanmıştı. yapanların, söyleyenlerin, görmezden gelinenlerin yerine de utanmıştı zaman zaman. işittiği sözlerdi genelde kalbini kıran, hassastı. "konuşmayacağım" yemini vardı yıllardan beri. bu, herkesin bildiğiydi. oysa kadın hiç yemin etmemişti. en kötü anlarında bile konuşmak için can atıyordu. ne uygun kelimeyi bulabiliyordu ne de ne anlatmak istediğini seçebiliyordu. bir dinleyen bulduğu zamanlarda bir uçtan başlıyordu anlatmaya. cümleler çoğaldıkça anlıyordu ki anlattığı, anlatmak istediğinin yanına bile varmıyor. durumu fark edince neyse diyor, öyle işte diyor ve karşısındakini dinlemeye koyuluyordu. her şeyi bir çırpıda açık ve net anlatan insanlar tanımıştı. her seferinde özenmiş ama yine yine susup kalmayı kendisine iş haline getirmiş gibiydi. kendi kendine de bağırıyordu oysa, konuşsana diye yalvarır ses tonuyla. bu susuşların bir gün başına yersiz dertler açacağını da biliyordu. bu yüzden bir an önce konuşmayı öğrenmeliydi, konuşacağı zamanı bilmeliydi. kendisine ne kadar söz verdiyse de başaramadı. her isteği suskunlukla son buldu. yine de çekinmedi söz vermekten. "konuşacağım" dedi, "konuşacağım" dedi... cümleler çoğaldıkça konu dağıldı. sanki tek bildiği bilmiyorum'du. zamanla bilmiyorum demek yerine de susmayı tercih etti.
söylemek istediklerini planladı bir müddet. konuşma sırası gelince, hiçbir şey istediği gibi olmayacağından adı gibi emindi. daha önce yüzlerce kez denemişti çünkü böylesini. başka çözümler aradı. konuşsa her şey çok başka olacaktı hayatında, farkındaydı. düşünmekten ağrıyan başını duvara yasladı ve suskunluğuna daldı.
"sessizlik de ağrıtır mı insanın başını?"
24 Ocak 2011 Pazartesi
eldeki yokluğundan değil isteyiş. özenmekten, hayranlıktan, büyük görmelerden, önemli saymalardan... 'olsaydı' düşüncelerinin güzelliğinden.
elde etmeyi istemek değil isteyiş. sadece istemek; almayı düşünmeden, verilmesini beklemeden, var veya yok oluşunu düşünmeden. güzel olan, düşünmesi.
istemek, elde edememenin sonucu. öyle büyük değilim, öyle güzel değilim, öyle önemli değilim. isteğim bana, öyle büyük ki.. öyle güzel, öyle önemli ki..
ve birisi çıkıp sürpriz yapmak için doğum günümü beklemeyi planlıyor, sabredemeyip bir telefon açıyor. heyecanı benden fazla. doğum günüme çok varmış zaten... bu öyle bir şey ki, istemem diyemiyor insan. yıllardır belki de; hayalini kurmuş, gözü dalmış ufuk çizgisine, dalarken düşünmüş, düşündükçe dalmış... sonra durup düşünüyor, demek beni mutlu etmek istiyor, beni neşeli görmek istiyor... anlıyorsun mutluluğunun başkalarına yeteceğini, anlıyorsun ama... neyse diyorsun, bu sevincin bozulmasın. birkaç gün benden mutlusu yok diye bakıyor gözlerin, öyle çıkıyor sesin... alıştıkça varlığa, gözün boş boş dalmaya başlıyor uzaklara. çekiniyorsun bir şey istemekten. istesem diyorsun, kimse bilmeyince de tatlı olmaz ki böyle... kimse "sus artık" diye bakmaz ki gözlerime, heyecanlı heyecanlı anlatırken. istesem, ama anlatmasam kimseye? olmayacak, böyle tatlı olmayacak. ben öyle büyük değilim. ben öyle önemli, öyle güzel değilim. o bana ait gibi duruyorsa da ben ona sahip olacak gibi değilim..
elde etmeyi istemek değil isteyiş. sadece istemek; almayı düşünmeden, verilmesini beklemeden, var veya yok oluşunu düşünmeden. güzel olan, düşünmesi.
istemek, elde edememenin sonucu. öyle büyük değilim, öyle güzel değilim, öyle önemli değilim. isteğim bana, öyle büyük ki.. öyle güzel, öyle önemli ki..
ve birisi çıkıp sürpriz yapmak için doğum günümü beklemeyi planlıyor, sabredemeyip bir telefon açıyor. heyecanı benden fazla. doğum günüme çok varmış zaten... bu öyle bir şey ki, istemem diyemiyor insan. yıllardır belki de; hayalini kurmuş, gözü dalmış ufuk çizgisine, dalarken düşünmüş, düşündükçe dalmış... sonra durup düşünüyor, demek beni mutlu etmek istiyor, beni neşeli görmek istiyor... anlıyorsun mutluluğunun başkalarına yeteceğini, anlıyorsun ama... neyse diyorsun, bu sevincin bozulmasın. birkaç gün benden mutlusu yok diye bakıyor gözlerin, öyle çıkıyor sesin... alıştıkça varlığa, gözün boş boş dalmaya başlıyor uzaklara. çekiniyorsun bir şey istemekten. istesem diyorsun, kimse bilmeyince de tatlı olmaz ki böyle... kimse "sus artık" diye bakmaz ki gözlerime, heyecanlı heyecanlı anlatırken. istesem, ama anlatmasam kimseye? olmayacak, böyle tatlı olmayacak. ben öyle büyük değilim. ben öyle önemli, öyle güzel değilim. o bana ait gibi duruyorsa da ben ona sahip olacak gibi değilim..
11 Ocak 2011 Salı
yağmurlu bir günden
ilk yağmur değil bu, son da olmayacak takvime bakarsak. güneş birkaç gündür saklıyor kendini. ne ilk yağmur heyecanı var bugün, ne biraz güneş ümidi. koyu bulutlar hızla kayıp gidiyorlar dağıla dağıla. üzerine binmek istediğimiz bembeyaz bulutlardan bir parça bile gözükmüyor. gözlerim ufacık bir mutluluk arıyor. beyaz bulutlarda ısrar etmesine ses etmiyorum. normal bir zaman değil. normal bir zaman olsa, önümde duran pek çok şeye baktığımda bu mutluluğu sağlardım. ses etmiyorum, çünkü önümdekilere baktığımda onları eskitiyorum. gülümsetmiyor, neşelendirmiyor... eskitmekten korkuyorum, çünkü bir taraftan mutluluk kaynaklarımı tüketmiş oluyorum. işin aslı, beyaz bulutları beklerken kendimi eskitiyorum. eskidikçe mutlu olmak zorlaşıyor. henüz bahanem var, "eşyalar eskiyor"...
her şeyin kötü gittiği zamanlarda bu karanlık hava nasıl da kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu.. birilerinin mutluluklarını kıskanıyordum. gülüşünü sevdiğim insanlar hep gülsün istiyordum ama ben öyle diplerdeyken bunun hiçbir anlamı olmuyordu. haliyle biraz anlasınlar istiyordum. kıskanmak değildi halbuki, "ben de mutlu olacağım" hırsıydı. mutlu olma konusunda hırs yapılamayacağını bildiğim ve hırsımda ısrar ettiğim için ona kıskançlık diyordum. bugüne kadar beni tanımlamak isteyen kimse de hırslı olduğumdan bahsetmemiştir. çünkü benim hırslarım böyle saçma şeyler için. dişlerimi sıkıp binlerce kez aynı şeyi söylediğimi kimse duymadı çünkü. ciddi bir görüntünün altında pek çok durum olabilir. benimkisi genelde hırstı işte. ya "neden" diye soruyordum ya da "ben de ..." diyordum, "...acağım" diyordum.
psikoloji hemen değişiyor. uyku hali üzerime biniyor. gereksiz bir can sıkıntısı... beyaz bir bulut olsun belirmiyor. gökyüzü mü eskiyor?
her şeyin kötü gittiği zamanlarda bu karanlık hava nasıl da kendimi iyi hissetmemi sağlıyordu.. birilerinin mutluluklarını kıskanıyordum. gülüşünü sevdiğim insanlar hep gülsün istiyordum ama ben öyle diplerdeyken bunun hiçbir anlamı olmuyordu. haliyle biraz anlasınlar istiyordum. kıskanmak değildi halbuki, "ben de mutlu olacağım" hırsıydı. mutlu olma konusunda hırs yapılamayacağını bildiğim ve hırsımda ısrar ettiğim için ona kıskançlık diyordum. bugüne kadar beni tanımlamak isteyen kimse de hırslı olduğumdan bahsetmemiştir. çünkü benim hırslarım böyle saçma şeyler için. dişlerimi sıkıp binlerce kez aynı şeyi söylediğimi kimse duymadı çünkü. ciddi bir görüntünün altında pek çok durum olabilir. benimkisi genelde hırstı işte. ya "neden" diye soruyordum ya da "ben de ..." diyordum, "...acağım" diyordum.
psikoloji hemen değişiyor. uyku hali üzerime biniyor. gereksiz bir can sıkıntısı... beyaz bir bulut olsun belirmiyor. gökyüzü mü eskiyor?
30 Aralık 2010 Perşembe
herkes sana benziyor
elinde şemsiyesiyle bir adam beliriyor otobüslerin ardında, karanlığın ortasında. montu tanıdık, saçları her zamanki gibi, yürüyüşüne hala hayranım... çıkageliyor bir adam. gözlerimin çok da net gördüğünü söyleyemem. buna rağmen seçmek zor değil. sanırım burnum bildiğimden daha güçlü. sezilerim de olabilir, sezdirmelerin de... gözlerim seni bulduktan sonra içim öyle rahat, öyle huzurlu...
26 Kasım 2010 Cuma
20 Kasım 2010 Cumartesi
birbirimizi suçlayarak bir yere varamayız.
kimin ne yaptığı pek de umrumda olmaz açıkçası. belki de daha çok önemsediğimden, diyecek kelime bulamıyorum. çünkü siz sinirden çıldırmış birisinin damarına basmaya devam ederseniz, bir insan olarak karşınızda bir insan beklemeye hakkınız yoktur. ne kadar sakin bir yapıya da sahip olsanız damarınıza basılması sizin de hoşunuza gitmeyecek bir şeydir. sizin de vardır insanlığı bıraktığınız anlarınız, yapmayın. işte bu yüzden insanlar hakkında fazlasıyla önyargımız var. "x y'ye ne demiş, duydun mu?" peki y ne yapmış? aslında kimsenin bir şey yapmasına da gerek yok, yapacaklarımıza sebep olan diğer etkenler var. en çok da psikolojik boyutu işin. kimin ne durumda olduğunu bilmeden saldırmaya odaklanarak yaklaşımımızdan bu bizim. bizim derken, tüm insanlığın. ters bir tepki de ağzımızı açtırmaya yetiyor ve almamız gereken özürü artık gelmez duruma kendimiz getiriyoruz. bu tür durumlar özür beklemek için sakıncalıdır. hatta biz özür dilenmesini beklerken bizim özür dilememiz bile gerekiyor olabilir. özür dilemek ne kadar küçüklük göstergesi gibi yansıtılmışsa da bu bizim yaşamımızın güzelleşmesi için gerekli bir şey. evet, her şey için özür dileyebiliriz. bu bizim kalbimizi yumuşatacak bir şey sadece. öncelikle kendisinden özür dilendiği için ego tatmini yaşayan insanlarımızı yitirmeliyiz. özür dilemeyi bildikçe öğrenecekler, bunun aslında egodan ne kadar uzak bir şey olduğunu, ne kadar içten olduğunu. bu özür konusu önemli bir şey, daha kapsamlı haliyle de saygı.
oluyor ya, arada hepimizin hayvani duyguları ön plana çıkabiliyor. "hayvan" kelimesi -en azından beni- rahatsız eden bir kullanım. dünyamızdaki canlı çeşitliliğini kabaca gruplara ayırdığımız için. bir yunus kadar zeki olduğumuz da oluyor, bir köpek kadar sadık, bir kedi kadar nankör... ya da eğer buzdolabına benzer bir yanımız olsaydı arada buzdolabılığımız da tutabilirdi. hayvani duygular, duygularımızın çok da ön planda olmadığı hareketlerimizdir aslında. yavrusunu diğer hayvanlardan koruyan annenin gidip başka bir hayvanın yavrusunu av olarak seçmesi gibi. işte bazen hepimiz bu tür hareketlerde bulunabiliyoruz. bu hiç de yanlış bir şey değil. yanlışımız, sanki bizim başımıza hiç gelmemiş gibi düşünmekte. empati yeteneğimizde. gözümüzle gördüğümüz bir şey bile bize yargılama hakkını veremez. bu yüzden hiçbir siyasi savunmam da yoktur. ayrıca bilirim ki, konuşmayı bilen her insan her konuda kendini haklı çıkarabileceğini bilir. ister çok konuşup yıldırarak, ister iki kelimeyi yerli yerine oturtarak. "ama x y'ye böyle yaptı", yapabilir. yeri geldiğinde hepimiz bu tür şeyleri yaparız çünkü. az kişi duyar, az kişi görür, az kişi konuşur. olayın içeriğini saptırmadan anlatacak birilerine ihtiyacımız var, tarafsızlığı öğrenmeliyiz. olduğumuz taraftan bahsetmiyorum, elbette herkes özgürdür bu konuda. sadece, insan gördüğü bir olayı aktarırken kendi tarafından uzakta durmalıdır. yoksa yaptığı ego tatmininden başka bir şey olmayacaktır.
kimin ne yaptığı pek de umrumda olmaz açıkçası. belki de daha çok önemsediğimden, diyecek kelime bulamıyorum. çünkü siz sinirden çıldırmış birisinin damarına basmaya devam ederseniz, bir insan olarak karşınızda bir insan beklemeye hakkınız yoktur. ne kadar sakin bir yapıya da sahip olsanız damarınıza basılması sizin de hoşunuza gitmeyecek bir şeydir. sizin de vardır insanlığı bıraktığınız anlarınız, yapmayın. işte bu yüzden insanlar hakkında fazlasıyla önyargımız var. "x y'ye ne demiş, duydun mu?" peki y ne yapmış? aslında kimsenin bir şey yapmasına da gerek yok, yapacaklarımıza sebep olan diğer etkenler var. en çok da psikolojik boyutu işin. kimin ne durumda olduğunu bilmeden saldırmaya odaklanarak yaklaşımımızdan bu bizim. bizim derken, tüm insanlığın. ters bir tepki de ağzımızı açtırmaya yetiyor ve almamız gereken özürü artık gelmez duruma kendimiz getiriyoruz. bu tür durumlar özür beklemek için sakıncalıdır. hatta biz özür dilenmesini beklerken bizim özür dilememiz bile gerekiyor olabilir. özür dilemek ne kadar küçüklük göstergesi gibi yansıtılmışsa da bu bizim yaşamımızın güzelleşmesi için gerekli bir şey. evet, her şey için özür dileyebiliriz. bu bizim kalbimizi yumuşatacak bir şey sadece. öncelikle kendisinden özür dilendiği için ego tatmini yaşayan insanlarımızı yitirmeliyiz. özür dilemeyi bildikçe öğrenecekler, bunun aslında egodan ne kadar uzak bir şey olduğunu, ne kadar içten olduğunu. bu özür konusu önemli bir şey, daha kapsamlı haliyle de saygı.
oluyor ya, arada hepimizin hayvani duyguları ön plana çıkabiliyor. "hayvan" kelimesi -en azından beni- rahatsız eden bir kullanım. dünyamızdaki canlı çeşitliliğini kabaca gruplara ayırdığımız için. bir yunus kadar zeki olduğumuz da oluyor, bir köpek kadar sadık, bir kedi kadar nankör... ya da eğer buzdolabına benzer bir yanımız olsaydı arada buzdolabılığımız da tutabilirdi. hayvani duygular, duygularımızın çok da ön planda olmadığı hareketlerimizdir aslında. yavrusunu diğer hayvanlardan koruyan annenin gidip başka bir hayvanın yavrusunu av olarak seçmesi gibi. işte bazen hepimiz bu tür hareketlerde bulunabiliyoruz. bu hiç de yanlış bir şey değil. yanlışımız, sanki bizim başımıza hiç gelmemiş gibi düşünmekte. empati yeteneğimizde. gözümüzle gördüğümüz bir şey bile bize yargılama hakkını veremez. bu yüzden hiçbir siyasi savunmam da yoktur. ayrıca bilirim ki, konuşmayı bilen her insan her konuda kendini haklı çıkarabileceğini bilir. ister çok konuşup yıldırarak, ister iki kelimeyi yerli yerine oturtarak. "ama x y'ye böyle yaptı", yapabilir. yeri geldiğinde hepimiz bu tür şeyleri yaparız çünkü. az kişi duyar, az kişi görür, az kişi konuşur. olayın içeriğini saptırmadan anlatacak birilerine ihtiyacımız var, tarafsızlığı öğrenmeliyiz. olduğumuz taraftan bahsetmiyorum, elbette herkes özgürdür bu konuda. sadece, insan gördüğü bir olayı aktarırken kendi tarafından uzakta durmalıdır. yoksa yaptığı ego tatmininden başka bir şey olmayacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)