istanbul'da yalnız kalmaya başladığımdan beri bir rahatsızlıktır gidiyor. diyeceksin ki, oraya gitmeden önce yok muydu sanki. geçmiştekiler önemsizleşmeye başlıyor. sanki artık daha çok rahatsız ediyor gibi. kıçımı da örtüyorum ama... bugün kıçıma minder bağlayıp uyumayı düşünüyorum. yeter lan. ağız tadıyla uyumak, uyanınca gerinmek falan istiyorum. ne bu.
hadi bazılarını hatırlamıyorum yataktan kalktığım vakit ama bazıları da tam o zaman aklıma geliyor. iki durum da, her an hatırladıklarımdan daha kötü değil. sabah 6 gibi ilk rüya. (burada saat, camdan bakarak anlaşılıyor.) ardından uyanış ve rüyayı kendi kendime anlatış. unutmayacağım güya. kalkınca birilerine anlatmaya niyetim var. sonra uykuya tekrar dalma süreci. aynı zamanda dalamama süreci. ikinci rüya seansı 10-11 gibi. (burada da telefon iş görüyor.) genelde en kötüsü de bu oluyor. saati belli olan bir şeye geç kalacakmışım hisleriyle giriyorum rüyanın içine. bir kere de vaktinde varsam! bu sefer uyandığımda gözlerimi muhtemelen açmıyorum. gözlerimi açtığım zaman tekrar uyumak zorlaşıyor. bir şey düşünmemeye çalışıyorum, derken bir şey düşünmemeyi düşünmeye başlıyorum. yine zar zor geçiyorum uyku faslına. bu kısmı her gün yaşamıyorum. 11 seansından sonra, gözler tavanda, çiş ihtiyacıyla kalkmış oluyorum genelde. yaşadığım günlerdeyse her şey daha berbat. saat 12 olduğunda bu sefer. (zaten bundan sonra "kalk" emri geliyor, saate bakıyorum.) zehir olan uykuyla dinlenemeyen vücudum kararsızlık içinde kalıyor; kalksa mı, azcık daha yatsa mı. yatmayı tercih ettiğim zaman uyumamaya özen gösteriyorum. uyku demek rüya demek. gözlerimi dinlendiriyorum sadece. ola ki içim geçsin, o günü yaşamayayım daha iyi.
bugün 10-11 seansında bir deprem rüyası vardı. uyandığımda haberim oldu ki, elazığ'da deprem olmuş. rüyamda, eskişehir'de oluyordu ve bütün evler yıkılmıştı, yürüyecek yer kalmadığı için metro tüneli gibi yer altında olan bir yerden yürüyerek geçiyorduk. insanların çoğu kaçıyordu, telaşeliydi. bazı tanıdıklarla karşılaşıyordum, korkmamız gerektiğini söylüyorlardı. sonra o tünel içinde küçük bir cafenin önünde, yanında iki tane adam olan küçük bir kız çocuğuyla karşılaşıyordum. kız elini uzatıyordu, "vermeyecek misin?" diye biraz arsız biraz istercesine soruyordu. adamın biri de elini uzatıp tokalaşmak istiyordu, tokalaşıyorduk, kendi adını ve kızının adını söylüyordu. ben de kıza dönüp, "sen kitap okumayı sever misin?" diyordum. "evet" diyordu. "o zaman sana para vermeyeceğim ama çok seveceğin bir sürü kitap vereceğim. olur mu?" diyordum. "olur" diye karşılık veriyordu sevine sevine. babası ve diğer adam teşekkür ediyorlardı. daha da ilerlerken, adamların o kızı kullanıyor olabileceklerini düşünüyordum. kimse ağlamıyordu. sadece telaş vardı. tatlı bir telaş.
bazen de çok güzel şeyler görüyorum, güzellikleri üzmeye başlıyor. gerçek olmayacaklarını biliyorum. yani hiçbirisi mutlu etmiyor, rahat ettirmiyor.
ekleme: ve sen televizyonu aç, "uyku ve rüya" başlığıyla karşılaş. hemen bağlıyorum minderi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder