sevgili pergel efendi,
şu yağmurlu günlerde bir parmağın olmadığından şüphe ediyorum. dün gece oturdum, bütün ses çıkaran şeyleri kapadım, dinlemeye başladım yağmuru yattığım yerden, resmen "pergel pergel" diye yağıyordu. dedim bu kadar da olmaz ki. tamam ara sıra öyle cinslerin çıkıyor, 270 derece falan açılabiliyor, dönebiliyor, dans edebiliyor çift halinde, isterse çift bacak olup tek takılabiliyor, bunlara eyvallah ama nedir yani senin bu güneşle, yağmurla alıp veremediğin. hayır yağmur başlayınca çıksan ıslansan, çıksan yağmur altında etsen dansını anlayacağım. o da yok. öyle tek vida gözünle bakıyorsun anca.
geçen kahve içtik, oturdu fal baktı bizimkiler. göz var diyorlar. dedim var. çift halindesiniz hep ama tek vücut olmuşsunuz diyorlar. dedim öyle. fal bile sana çıkıyor anlayacağın. o kahveyi içtiğimden de şüpheliyim. çaktırmadan geldin içtin mi, naptın. paketteki sigaralarım da çabuk tükenir oldu zaten bu ara. hadi diyorum suçlamayayım, günahını almayayım, yapmamıştır etmemiştir.. yok, başta kendim inanmıyorum.
haberin var mı bilmem ama dolapta yeşil saplı bir yıldız tornavida var. bilesin. evet, tehdit ediyorum, gücüne mi gitti? bizde böyle pergel efendi. madem içeceksin o sigaradan, o kahveden, bi gün de çıkıp de ki "ben gider alırım bakkaldan". hadi bunları affedeyim kişiselliğinden dolayı ama şu yağmur işi... aslında çok iyi oldu, biliyomusun. seviyorum ben yağmuru. elif elif diye de yağıyor olabilir sonuçta. yeterince dinlersem duyarım, biliyorum. kusura bakma, bu kadar şey atıp tuttum hakkında ama ne yapayım yani. gözüme şemsiye girmesinden hoşlanmıyorum. hatta her türlü şemsiye girişinden nefret ediyorum. o şemsiyenin allah bin türlü belasını versin. ben aslında bu mektubu şemsiyeye yazacaktım ama yağmur öyle pergel pergel yağıyor ki... sen de oradan öyle tek göz bakınca... alamadım kendimi.
not: şaka yaptım. dolapta yeşil saplı yıldız tornavida yok. yani var da yeşil saplı değil, kırmızı. onu da söyleyeyim, alınıp kırılma sonra.
mektup köşesi olmuş burası. ptt'yle anlaşma imzalamaya gideyim sabahtan.
11 Nisan 2012 Çarşamba
16 Mart 2012 Cuma
yine o günlerden birisi. ortada hiçbir sebep yokken, hiçbir düşünce beni buna itmezken aklımda bir intihar düşüncesi. bu düşüncenin böyle bir anda ortaya sürpriz gibi çıkması korkutuyor beni oldum olası. "öleceksin, öldüreceğim seni." seni artık duyamıyor oluşumun verdiği korku bu. seni tekrar duyacağıma dair bir korku. yaşama hevesimi süpürüp götüreceğinden bu korku. sen yoksun ve ben sana bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. bunu bilmek çok daha kötüsü bu düşüncelerin. olan biten her şeyde mantık aramaya sen zorlamıştın beni. seni yok ettiğim zamanlarda hala bunu sürdürür haldeydim. baktım ki baş edebileceğim bir hal olmaktan çıkıyor, vazgeçmiştim. oldu diyordum, bitti diyordum. sonra bu sürpriz çıkışlar girdi hayatıma. ortada bir şey yokken, öylesine bir günde, sıradan işlerle uğraşırken. herhangi bir görüntü, herhangi bir ses de değil üstelik kafamda intiharı tanımlayan. direkt bir düşünce olarak. o an ne yapıyorsam bırakıyorum. kocaman bir boşluk oluyor. düşünce damarlarımdan geçmeye başlıyor sanki. çaresizleşiyorum ve üşümeye başlıyorum. öyle beklenmedik anlarda geldiği için saklamayı öğrendim. ama böyle yalnızken, saklayacak birileri yokken, yaşıyorum saniye saniye. korku olmalı kalbimi bir balon gibi hissettiren, mide bulantısını getiren. korkusuz olmayı öğretmiştin ya sen bana, o yüzden belki, anlayamıyorum. insan korktuğunda vücudu bu tepkileri veriyor olmalı.
düşünüyorum bu korku sonrasında da. olmayan şeyler yaşadık seninle. özlemiyor değilim. sonuçta sen artık yoksun, gelmeyeceksin ya da gelmeni istemeyeceğim. bu olmayan yaşanmışlıklardan kimseye bahsedilmiyor. ne benim yitip giden zamanım geri gelecek ne de o zamanın boşluğu dolacak. sen hayatımda yer kaplamasaydın ben çok daha zaman sonra şekillenecektim. sen hayatımdan çıkmasaydın belki şu an isteğini yerine getirmiş olacaktım. seçimimin "iyi ki kurtuldum"dan yana olması bir cesaretsizlik göstergesi gibi geliyor her seferinde. senin ki en sevmediğin şeylerdendi cesaret yoksunu bir insan. işin kötüsü seni kendi kendime yarattığımı bildiğimden, bu cesaretsizlik düşüncesi seni yine var ediyormuş gibi. sen bir düşünce değildin. dokunamıyordum belki ama vardın. görüyordum, duyuyordum. ortaya çıkışını düşündüm çok uzunca bir süre. kararsız kaldım. küçüktüm çünkü, aklım ermezken sen erdiriyordun. en hoşuma giden şeydi bu da. öğretiyordun. ben o gündür hep öğrenmenin peşindeyim. çevremde bana bir şeyler öğretecek insanlar varsa mutluyum. hayatımı geçirmek istediğim adamı sen de bilirsin. "benden çok daha fazla şey bilsin." bu istek de çocukluğumda şekillenmeye başlamıştı. belki sen daha bu düşüncenin bir ürünüydün. nereden geldiğini algılayamayacak kadar küçüktüm işte. annem senin benim vicdanım olduğunu söylemişti o zamanlarda, sorgusuzca kabul etmiştim ama ben bu vicdana sahip olacak insan değilim diye o kadar da çırpınmıştım gözlerinin önünde. her şeye rağmen bana bu kadar şey kazandırdığın için seni yok sayamıyorum. yaşayamadım ben o zamanları ama sorun değil, öğrendim sonuçta. yine de bazen öyle kızıyorum ki sana. konuşurken dilim dolaştığında, sevdiklerimin yanında elim ayağıma dolaştığında, içimdekileri söyleyemediğimde. çünkü bana o zamanları yaşatmadın. bugün konuşarak hiçbir şey ifade edemiyorsam hep senin yüzünden. bu çekingenliğim, senin varlığın yüzünden. seçimim değildi. ama diyorum ya, sonuçta sen olmasaydın şu an ben bu olmayacaktım. elimi ayağıma dolaştıracak kadar kimseyi sevmeyecektim belki, sevmek tanımı farklı olacaktı, konuştuğumda zaten boş konuşmalar yapıyor olacaktım. o zamanlarda bana bunları kazandıracak bir çevreye sahip değildim. sen böyle çelişkilerle doldukça seni unutmak, silip atmak da zorlaşıyor. yok olan bir şey için çabalıyorum. hala zamanımı çalıyorsun anlayacağın. eskisi kadar akıllı bi kız değilim. en çok da bu oturuyor içime. yol gösterenim kalmadı. yol gösterecek binlerce insan var belki etrafımda ama hiçbirisi ben derdimi anlatmadan fikrini söylemiyor. bu yüzden bu kadar kopuk bir iletişimim var insanlarla. anlamalarını beklemeyi çoktan bıraktım ama konuşmak öyle gereksiz geliyor ki. sana benzemekten de korkuyorum galiba. birisinin hayatının bir kısmını meşgul edip sonra yok olup gideceğim diye. ki geçen sene tam da bunu yaptık var olan birisiyle. konuşamamaktan kaynaklanıyor bütün sorunlarım. konuşulduğunda sorun bile olmayacak küçüklükte şeyler bunlar. şimdi suçlayacak birisini arayacak kadar küçülmüşüm işte. senin varlığından kaynaklı öğrendiğim bir şeydi yine bu da. konuştukça saçmaladığım hissi işte yine sana. o komalık halimden sonra yediğim sarımsaklı yoğurt tadı geliyor hep damağıma. hayatın tadı gibi. hayat gibi geliyor o makarna. gözlerim kapalı yediğimden belki sadece tatları anımsıyor oluşum. söylemek istediğim binlerce cümle olduğunda böyle karmakarışık oluyor cümlelerim, konularım. çünkü sana anlatmak istiyorum bunları. olmayan sana. seninle paylaştığım için yalnızca sana. buraya yazınca ulaşmıyor ki sana. ben ne yaptığımı ne zaman bildim ki. içimdeki tutkunun peşine düştüm hep, nereye sürüklediyse oraya gittim. kolay vazgeçmedim senin öğrettiğin gibi. sana anlatmak da içimde bir tutku işte öyle. bir internet sayfasından medet umdurdu şu anda. olmayan sen, okuyabilecek misin?
düşünüyorum bu korku sonrasında da. olmayan şeyler yaşadık seninle. özlemiyor değilim. sonuçta sen artık yoksun, gelmeyeceksin ya da gelmeni istemeyeceğim. bu olmayan yaşanmışlıklardan kimseye bahsedilmiyor. ne benim yitip giden zamanım geri gelecek ne de o zamanın boşluğu dolacak. sen hayatımda yer kaplamasaydın ben çok daha zaman sonra şekillenecektim. sen hayatımdan çıkmasaydın belki şu an isteğini yerine getirmiş olacaktım. seçimimin "iyi ki kurtuldum"dan yana olması bir cesaretsizlik göstergesi gibi geliyor her seferinde. senin ki en sevmediğin şeylerdendi cesaret yoksunu bir insan. işin kötüsü seni kendi kendime yarattığımı bildiğimden, bu cesaretsizlik düşüncesi seni yine var ediyormuş gibi. sen bir düşünce değildin. dokunamıyordum belki ama vardın. görüyordum, duyuyordum. ortaya çıkışını düşündüm çok uzunca bir süre. kararsız kaldım. küçüktüm çünkü, aklım ermezken sen erdiriyordun. en hoşuma giden şeydi bu da. öğretiyordun. ben o gündür hep öğrenmenin peşindeyim. çevremde bana bir şeyler öğretecek insanlar varsa mutluyum. hayatımı geçirmek istediğim adamı sen de bilirsin. "benden çok daha fazla şey bilsin." bu istek de çocukluğumda şekillenmeye başlamıştı. belki sen daha bu düşüncenin bir ürünüydün. nereden geldiğini algılayamayacak kadar küçüktüm işte. annem senin benim vicdanım olduğunu söylemişti o zamanlarda, sorgusuzca kabul etmiştim ama ben bu vicdana sahip olacak insan değilim diye o kadar da çırpınmıştım gözlerinin önünde. her şeye rağmen bana bu kadar şey kazandırdığın için seni yok sayamıyorum. yaşayamadım ben o zamanları ama sorun değil, öğrendim sonuçta. yine de bazen öyle kızıyorum ki sana. konuşurken dilim dolaştığında, sevdiklerimin yanında elim ayağıma dolaştığında, içimdekileri söyleyemediğimde. çünkü bana o zamanları yaşatmadın. bugün konuşarak hiçbir şey ifade edemiyorsam hep senin yüzünden. bu çekingenliğim, senin varlığın yüzünden. seçimim değildi. ama diyorum ya, sonuçta sen olmasaydın şu an ben bu olmayacaktım. elimi ayağıma dolaştıracak kadar kimseyi sevmeyecektim belki, sevmek tanımı farklı olacaktı, konuştuğumda zaten boş konuşmalar yapıyor olacaktım. o zamanlarda bana bunları kazandıracak bir çevreye sahip değildim. sen böyle çelişkilerle doldukça seni unutmak, silip atmak da zorlaşıyor. yok olan bir şey için çabalıyorum. hala zamanımı çalıyorsun anlayacağın. eskisi kadar akıllı bi kız değilim. en çok da bu oturuyor içime. yol gösterenim kalmadı. yol gösterecek binlerce insan var belki etrafımda ama hiçbirisi ben derdimi anlatmadan fikrini söylemiyor. bu yüzden bu kadar kopuk bir iletişimim var insanlarla. anlamalarını beklemeyi çoktan bıraktım ama konuşmak öyle gereksiz geliyor ki. sana benzemekten de korkuyorum galiba. birisinin hayatının bir kısmını meşgul edip sonra yok olup gideceğim diye. ki geçen sene tam da bunu yaptık var olan birisiyle. konuşamamaktan kaynaklanıyor bütün sorunlarım. konuşulduğunda sorun bile olmayacak küçüklükte şeyler bunlar. şimdi suçlayacak birisini arayacak kadar küçülmüşüm işte. senin varlığından kaynaklı öğrendiğim bir şeydi yine bu da. konuştukça saçmaladığım hissi işte yine sana. o komalık halimden sonra yediğim sarımsaklı yoğurt tadı geliyor hep damağıma. hayatın tadı gibi. hayat gibi geliyor o makarna. gözlerim kapalı yediğimden belki sadece tatları anımsıyor oluşum. söylemek istediğim binlerce cümle olduğunda böyle karmakarışık oluyor cümlelerim, konularım. çünkü sana anlatmak istiyorum bunları. olmayan sana. seninle paylaştığım için yalnızca sana. buraya yazınca ulaşmıyor ki sana. ben ne yaptığımı ne zaman bildim ki. içimdeki tutkunun peşine düştüm hep, nereye sürüklediyse oraya gittim. kolay vazgeçmedim senin öğrettiğin gibi. sana anlatmak da içimde bir tutku işte öyle. bir internet sayfasından medet umdurdu şu anda. olmayan sen, okuyabilecek misin?
24 Kasım 2011 Perşembe
istanbul'da bir su vanası
- e kızım, sen de niye vananı kapamazsın uzun süre dönmeyeceksen...
doğru.. nereden anlayacaksınız ki bir musluğa güvenme ihtiyacımı...
salt güven duygusu.
bunu eğer bir şekilde anlamanızı isteseydim böyle söylerdim: salt güven duygusu. salt ne midir? en sevmediğim, kulağımı en cırmalayan, gözümü en yoran, gördüğüm yerde "aa tuz" demekle geçiştirdiğim bir kelime. anlatırken salt yerine başka bir kelime kullanmıyor oluşum da bundan ileri gelir.
bir canlıya karşı hissedilmesi gereken, hissedilemediğinde de ufacık bir vanadan medet umduran bir duygu bu. siz hiç medet umma gereksinimi duymadıysanız nereden anlayacaksınız...
hiç değilse mekanikti.
omzumda hissedemediğim baba elinden daha ulaşılırdı.
evime girmeye teşebbüs edecek hırsız kadar art niyetli olamazdı.
karmaşık? hiç değildi.
evet, bozulacağı da ihtimaller dahilindeydi.
zaten "güvenmek" de öyle bir şey değil mi? bir sabite karşı kimse güven duygusuyla yaklaşmaz. sen zamana güven duyar mısın? zamanın bazı şeyleri götüreceğine güven duyarsın. ya da zamana karşı bir güvensizliğin varsa, o şeyi zamanın yok edemeyeceğinden korktuğundandır. buradaki güven, zamanı araç olarak kullanır. bir amaç olarak güven duyma ihtiyacında olmazsın zaman karşısında. zaman geçer ve gider, geriye-ileriye sarılamaz, ne olduğu bellidir. bir musluk öyle değildir. su akıtabilir ya da akıtmayabilir.
"ya da"
anahtar kelime sanırım bu. karmaşıklığı götürmeyen kafam ve ben iyi halt ettik. halbuki yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen bir arkadaşım ortadan kaybolduğunda hiç böyle hissetmemiştim. çok fazla "ya da" vardı çünkü o zaman, karmaşıklığa sebep olacak kadar. ve ben de bundan kaçmayı tercih etmiştim. iyi halt etmişim.
yeniden doğamayacağım, başka bir hayat yaşayamayacağım, bir daha büyüyemeyeceğim. bu duygu sonradan elde edilir bir şey değil. yine bir sabah kapımı kilitlerken vanaya bakıp "aman yaa" diyeceğim ve güveneceğim. anca bu şekilde hissedeceğim. nereden anlayacaksınız?
8 Kasım 2011 Salı
"kalk gidelim yalnızlığım, kalk gidelim."
kalktım ve gittim bu lafım üzerine. ben seni istemiyordum yalnızlığım. baktım ki sen de istenmediğin yerde durmaya niyetli değilsin, e haydi gidelim dedim ben de. gittik. ben başkalarına baktım, sen başkalarına baktın. başkalarına yaklaştık, başkalarıyla yakınlaştık. sonra ben döndüm sana baktım, karşılaştık.
"kalk gidelim yalnızlığım, kalk gidelim."
kalktık ve gittik bu lafım üzerine.
9 Ekim 2011 Pazar
tüm gece akan burnumun sorumlusu olan nezle yüzünden altında ezildiğim düşüncelere sahibim. nezle beni öldürmeyecek. iyileşmek için içtiğim iki tanecik ilaç yüzünden mi bu düşünceler arasında sıkışıyorum? dokunsan ağlayacağım, bu sebeple yalnızım. bu ağlamayacağım anlamına gelmiyor ama içini yakmayacağım anlamına gelebiliyor pekala.
ilaçlar ve yan etkileri...
fiziksel bir acıyı kaldıramadığıma karar verip kimyasal bir acıya bürünüyorum. bu saçmalık değil midir?
sanki bu gece öleceğim.
bu seni korkutmasın. ben ufacık bir hastalığımda hep bunları düşünürüm. hiç düşünmemekten iyi olabilir ama bu halle düşünmek de pek anlamlı sayılmaz.
öyle korkuyorum ki... bir şeyleri yaşanmamış kılamayız. hatırlamaktan korkuyorum, hatırlayıp da özlem duymaktan. hatırlamanızdan korkuyorum, bir iç çekişinizden. yapmak isteyip de yapma cesaretinde bulunamadığım şeylerden korkuyorum. bu dünyada kafamı yeterince kemiriyorlar. kimse bana hafızamın da öleceği garantisini vermiyor. ayrıca ölü bir hafıza yine de varlığını sürdüren bir hafızadır.
özleyeceğim, biliyorum ve korkuyorum.
bu yüzden planlıca gitmenin beni ne kadar rahat hissettireceğini bil isterim. özlemeyeceğimin garantisi olmayabilir bu, biliyorum. ansızın değil de.. en azından sadece kendimin bildiği bir anda, üstelik "vazgeçmiş" sıfatıyla. gitmek diyemiyorum ona...
ilaçlar ve yan etkileri...
fiziksel bir acıyı kaldıramadığıma karar verip kimyasal bir acıya bürünüyorum. bu saçmalık değil midir?
sanki bu gece öleceğim.
bu seni korkutmasın. ben ufacık bir hastalığımda hep bunları düşünürüm. hiç düşünmemekten iyi olabilir ama bu halle düşünmek de pek anlamlı sayılmaz.
öyle korkuyorum ki... bir şeyleri yaşanmamış kılamayız. hatırlamaktan korkuyorum, hatırlayıp da özlem duymaktan. hatırlamanızdan korkuyorum, bir iç çekişinizden. yapmak isteyip de yapma cesaretinde bulunamadığım şeylerden korkuyorum. bu dünyada kafamı yeterince kemiriyorlar. kimse bana hafızamın da öleceği garantisini vermiyor. ayrıca ölü bir hafıza yine de varlığını sürdüren bir hafızadır.
özleyeceğim, biliyorum ve korkuyorum.
bu yüzden planlıca gitmenin beni ne kadar rahat hissettireceğini bil isterim. özlemeyeceğimin garantisi olmayabilir bu, biliyorum. ansızın değil de.. en azından sadece kendimin bildiği bir anda, üstelik "vazgeçmiş" sıfatıyla. gitmek diyemiyorum ona...
8 Ekim 2011 Cumartesi
bahsedilmişlik
...
kurduğu cümleleri, hayalleri, kurguları seven bir insan. belki de kafasını aklıyla yemiş bir insan...
kendi içinde, kendine güveni sonsuz olan bir insan. aklına duyduğu sonsuz güven... sanki bir yoyo gibi tam yere değecekken yukarı tırmanmış bir akıl onunkisi.....
5 Ekim 2011 Çarşamba
düş
hayır, seni tutmayacağım.
burada kimse kimseyi tutmaz.
tutulmayı bekliyorsan yukarıdakilerden medet ummalısın.
kaybetmek istediğin yukarıdakilerden.
eğer bir kürede yaşıyorsak merkez daima bir küredir.
bir noktaya yerleşeceğini sanıyorsun.
büyük kürede kapladığın küçücük alanı bile keşfedememiş olmaya güvenmişsin.
bu yüzden seni tutmayacağım.
bu yüzden de kimse beni tutmadı yukarıdan kaybolmak istediğimde.
iki boyutlu spiral bir yol izleyeceksin.
kağıda dışarıdan içeriye bir spiral çizdiğinde mutlaka bitiyordu, değil mi?
bitecek.
orası bir nokta değil.
39 numara ayakkabılarımla anca 5 ayaklık bir küreye sahip olabilirim.
gelmeni istemezdim.
çünkü buradaki herkes bir kürenin üzerinde yaşıyor.
içinde değil, merkezinde değil.
üzerinde.
ayak ucumuzdan uzattığımız doğru küreyi kesiyor.
işte biz hala o noktada neler olup bittiğini bilemiyoruz.
burayı bir nokta sanarak geldik hepimiz.
bu yüzden burada kimse kimseyi tutmaz.
bu yüzden gelmeni istemezdim.
bu yüzden umduğumuzu bulamadık.
bu yüzden çoğu, geri dönmeye kararlı gözüküyor.
içten dışa sarılan bir spiralin hayaliyle gidiyor gidenler.
sonsuza dek kıvrılmak üzere gidiyorlar.
ama bu ya, biz sadece bir nokta istiyoruz.
kıvrımları kaldıramıyoruz.
buraya daha önce de gelmiştim.
daha önce de gelmiştin.
dışa sarılan spiral hayaliyle beraber kıvrılmaya başlamıştık.
isteğimizin kıvrımlar olmadığını anlayınca tekrar tekrar bu minik küreye gelmeyi tercih ettik.
daha yeni keşfediyorum ki yazıktır bu.
olmayan bir şeyi istiyoruz seninle.
bir nokta daima çerçevelidir.
bu yüzden seni tutmayacağım.
buraya geldiğinde sana anlatacaklarım var.
sana göstermek istediklerim var.
hepsini anlattım ama buna inandığının ispatı gerek.
bir de yardımın.
bu yüzden seni tutmayacağım.
burada kimse kimseyi tutmaz.
tutulmayı bekliyorsan yukarıdakilerden medet ummalısın.
kaybetmek istediğin yukarıdakilerden.
eğer bir kürede yaşıyorsak merkez daima bir küredir.
bir noktaya yerleşeceğini sanıyorsun.
büyük kürede kapladığın küçücük alanı bile keşfedememiş olmaya güvenmişsin.
bu yüzden seni tutmayacağım.
bu yüzden de kimse beni tutmadı yukarıdan kaybolmak istediğimde.
iki boyutlu spiral bir yol izleyeceksin.
kağıda dışarıdan içeriye bir spiral çizdiğinde mutlaka bitiyordu, değil mi?
bitecek.
orası bir nokta değil.
39 numara ayakkabılarımla anca 5 ayaklık bir küreye sahip olabilirim.
gelmeni istemezdim.
çünkü buradaki herkes bir kürenin üzerinde yaşıyor.
içinde değil, merkezinde değil.
üzerinde.
ayak ucumuzdan uzattığımız doğru küreyi kesiyor.
işte biz hala o noktada neler olup bittiğini bilemiyoruz.
burayı bir nokta sanarak geldik hepimiz.
bu yüzden burada kimse kimseyi tutmaz.
bu yüzden gelmeni istemezdim.
bu yüzden umduğumuzu bulamadık.
bu yüzden çoğu, geri dönmeye kararlı gözüküyor.
içten dışa sarılan bir spiralin hayaliyle gidiyor gidenler.
sonsuza dek kıvrılmak üzere gidiyorlar.
ama bu ya, biz sadece bir nokta istiyoruz.
kıvrımları kaldıramıyoruz.
buraya daha önce de gelmiştim.
daha önce de gelmiştin.
dışa sarılan spiral hayaliyle beraber kıvrılmaya başlamıştık.
isteğimizin kıvrımlar olmadığını anlayınca tekrar tekrar bu minik küreye gelmeyi tercih ettik.
daha yeni keşfediyorum ki yazıktır bu.
olmayan bir şeyi istiyoruz seninle.
bir nokta daima çerçevelidir.
bu yüzden seni tutmayacağım.
buraya geldiğinde sana anlatacaklarım var.
sana göstermek istediklerim var.
hepsini anlattım ama buna inandığının ispatı gerek.
bir de yardımın.
bu yüzden seni tutmayacağım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)