- ekim iyidir. şubat soğuk. temmuzların allah belasını. bundan sonra hep kış olacak deseler hepinizi öperdim.
- vakti gecikmiş nescafe'mle saatin 8 olmasını bekliyorum. yoo, hiçbir şey olmayacak. ben sadece bekliyorum.
- benim şu an film seyrediyor olmam lazımdı. hatta şu an birini bitirmiş bir diğer filmi seyretmeye koyulmuş olabilirdim. son günlerde böyle. film seyretmekten mutfakta bizden olmayan canlılar türemeye başladı. bulaşık yıkamaya, çöp çıkarmaya vaktim yok. ne yapıyorum o kadar, hemen söylüyorum: film seyrediyorum. her zaman yapamam. yapabilirken yapıyorum işte. yapıyordum daha doğrusu. son olarak bi the lord of the rings ziyafeti verdim ki yine başa döndük bu 3 filmle. hep daha güzelini seyretmek istiyorum. malesef yine zirveye geldik ve şimdi atlama zamanı. olm güzel filmler yapın lan. valla. isterse 18 saatlik olsun, seyrederim.
- çöp çıkarmak da ne gereksiz iş. zaten şu kapıdan çıktığımda uzaylının dik alasına dönüşen bi insanım, bi de elinde böyle koca mavi bi poşet. bi de onu çöpe atıp geri eve dönüyorsun.
- yalnızlık acıtmıyor. acıtanlar getirileri. volume'u sona dayamış bağıra bağıra şarkıya eşlik ederken sorun yok ama telefon çaldığında ne tonda konuşacağını kestirememek kötü oluyor. zaten yalnızlık da bozuluyor o sırada. derviş bakkala da çok sinir oluyorum genellikle.
- enem, saat 8'i 5 geçiyor. şimdi muhtemelen saatin 3 olmasını bekleyeceğim. dedim ya, bir şey olmayacak. sadece bekliyorum.
- kulaklarımdan iyilik akıyor bazen. bazen mi? genelde. genelde? ya tamam, hep böyle aslında. sadece bazen tutmasaydım düşüyordun diyip geri tıkıyorum kulaklarıma. yapmasam başıma olmadık şeyler geliyor sonra, kızma. kulaklarından iyilik akanları tanıyabiliyorum ama kulaklarından iyilik akacağına inandıklarıma engel olamıyorum sonuçta. neye inanabilirim ki başka. bu dünya iyilikten de yıkılabilir ki bu bence düşünülmüş sonların en mantıklısı. ama biz başka bir ülkeye uçmak istediğimizde pasaporta ihtiyaç duyuyoruz hala. iyilikten yıkılacak bir dünya. fantastik olması inancımı daha güçlü kılıyor.
- kışın bir kitap yazmaya karar vermiştim. vazgeçmiş değilim. uğraşmıyor olabilirim, sebeplerim var. düşünmek uğraştan sayılmıyor diye bir açıklama getirmek istedim. çakmak ve kibrit arasındaki 1001 gece masallarını yazmayacağım sonuçta. daha net rüyalar görmeliyim.
- oldum olası safça inanmışımdır şuna: şimdi aklımdan bir şey geçti, bir şeyler anımsadım ama gerçekten içten duygularım. duygunun sahibi bunu hissedecek. ben altı yaşımdan beri buna inanıyorum lan! yıllar geçtikçe koşullar ekledim bir de buna. hissetmek istemeyen adama zorla hissettiremezsin ya, onun da duygularının içten olması gerekiyor. yani hissetmek isterse şayet, çok net şekilde anlayabilecek. evet, koşullar dedim ama bu kadar, tek koşul. odaklandığın yerde her şey çok güzel çünkü. iyilik kusabiliyorsun o zaman, ek olarak. evet, kusmak ve iyilik, aynı cümlede.
- tank oynardık el kadarken. o stage 1 yazısından 5 saniye sonraya kadar karıncalanan çizgiyi etrafımda hissedebiliyorum. tank'ta 5 saniye uzun bir süre, atlamamak lazım.
- kendimi kaybolurken buldum. sevimli bi dede kulağımı çekerken. "senin burada ne işin var, evine dön haydi" derken. dedenin hastalığı, hatırlayabileceği en uzun sürenin 2 dakika olması. ben artık oradayım. dede bırakmıyor.
12 Ekim 2012 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder