20 Ekim 2012 Cumartesi

- o da geliyormuş!
- tamam, şimdi sakin olmalısın. nabzını ben bile duyuyorum burdan.
- sakin mi olayım? sakin olamam ki. o da geliyormuş diyorum, nasıl sakin olabilirim!
- yanakların kızarmaya başladı bile.
- üff, evet. başım seni de döndürüyor mu?
- dizlerin de titretiyor beni.
- neden heyecanlanınca böyle oluyorum? engel olmanın bi yolu olmalı. yüzümü yıkasam en azından yanaklarım normale dönebilir.
- yine ısınmayacaklar mı?
- ama geliyormuş!
- bari karnını doyur.
- yemezsem daha çok denge sorunu yaşarım.
- ya bayılıp kalırsan yolun ortasında? ona koşarken hem de.
- yemeyeceğim! hem en azından koşar gibi görünmeyeceğim.
- yanakların geçmeyecek.
- heyecanım da geçmeyecek.
- o da bekliyor mu dersin seni, aynı heyecanla?
- aynı heyecanla? muhtemelen beklemiyor bile. yanakları kızaran bi benim.
- çikolata?
- onu bari yiyeyim, ver.
- yazık ediyorsun, biliyorsun dimi?
- ne önemi var ki? ne önemim olabilir hayatımın orta yerinde?
- yine de yazık ediyorsun. heyecanını görmeyecek bile.
- neden öyle diyorsun? belki görmeyecek, belki görebilecek, bilemem ama değmez mi onun için?
- sigara?
- ver allahın cezası, ver.
- çakmağı da nereye koyduysan bulup yakıver bi zahmet.
- neden üzmeye çalışıyorsun yine beni?
- üzmeye çalışmıyorum. sen akıllısın. ama bazen ben bile gösteremiyorum bunu sana.
- bi kere de aklım olmasa ne olur işin içinde? hem akıl mı ki doğruyu hissettiren?
- nabzın aklın sayesinde hızlanabiliyor. yanakların dolaylı yoldan aklına bağlı. dizlerin de. çikolata da seni yarı yolda bırakabilir.
- bırak çikolatayı şimdi. şu konuşmaya takılmak yerine düşüp kalsam daha iyi belki de.
- dolapta yumurta vardı.
- yemeyeceğim!
- yapma ama, seni düşündüğü bile yok. o da geliyormuş diye seviniyorsun. "o da geliyormuş" demek ki gelmeyebilirdi de.
- gelmeyebilirdi. bunu başından beri bilmiyor muyuz zaten? ama geliyormuş işte!
- ne olacak gelince peki? heyecanını sırtına yük yapıp eve dönmeyecek misin sonunda?
- bunu neden yapıyorsun ama? hissettiklerim bunlar. gayet insani değil mi bunlar? hem başka ne zaman heyecanlanıyorum ki? neden heyecanlanmayayım? her günün boşluğundayım. bugün de farklı olsun, ne var?
- evet, durduğun yer hep boşluk. ben de kızıyorum sana bir şeyler yapmadığın için. ama yazık ediyorsun işte. döneceğin yer yeni günün boşluğu.
- iki saatliğine de olsa o boşluktan çıkmak hakkım değil mi? hem bundan şikayet ediyorsun hem de oradan çıkmama izin bile vermiyorsun.
- yine astın suratını.
- umrum değilsin. o gelecek diyorum ve sen hala benimle uğraşıyorsun.
- gelecektir tabii. geç kalmasa bari.
- duymuyorum seni!
- hani? kulaklarını bile tıkamıyorsun.
- lanet olsun sana. o kadar küçük bir şeye seviniyorum ki şu anda... ama sen onun bile içine ediyorsun.
- haklısın.
- onun gelişine kim bu kadar sevinebilir orada? onu göreceği için başka kim heyecanlanır ki bu kadar?
- ne fark eder? görmeyecek seni.
- görüp görmemesi de umrum değil, anlıyor musun? hiçbir şey olmasa bile onu gördüğüm için mutlu olacağım.
- mutlu olacaksın? önümüzdeki kaç haftayı onu sayıklayarak geçireceksin acaba...
- üzülürüm de yeri geldiğinde görüşemediğimize. sonuçta o boşluktan ayağımı çıkarmış olacağım, anlıyor musun?
- ama yine döneceksin oraya? daha yalnız hissetmeyecek misin bu sefer hem?
- şu anda söylemek zorunda mısın bunları? ne var tadını çıkarabilsem şu dakikaların?
- yalnız olacaksın. daha yalnız. ve muhtemelen bir daha çıkmak da istemeyeceksin.
- gerekiyorsa öyle olacak, evet. bu ana neden engel olsun bu?
- yalnız kalmaya da geç kalacaksın. oysa şu an bu anı iptal etsen daha çabuk varırsın varacağın yere.
- sen susarsan vapura yetişeceğim.
- sen vapuru sevmezsin.
- allah allah?
- tabii. yine geçip alt katta oturacaksın. insanlardan rahatsız olacaksın. güneş gözüne girecek, bakamayacaksın. yanılıyor muyum?
- bu vapuru sevmiyorum mu demek oluyor?
- başka bir şey mi yapacaksın?
- ya tamam. evet, gidip alt katta oturup iki kat merdiven çıkmaya ikna edemediğim aklıma küfürler yağdıracağım. ama vapuru severim ben. ne bileyim, vapuru herkes sever. sadece bi gün onlar gibi hissetmek istiyorum kendimi vapurda.
- sevmiyorsun işte. insanların vapurda ne hissettiğini dahi bilmiyorsun.
- heyecanım buna takılmama engel olacak şimdi. başka sorun edeceğin bir şey var mı?
- ben mi sorun ediyorum?
- neyse ne işte. onu düşünmek istiyorum izninle.
- belki güzel bir şeyler olur.
- dimi? neyse, çok dilenmeyeceğim bu konuda. çok istediğim şeyler olmuyor genellikle.
- planlama da.
- evet, planlamamalıyım.
- ona bir şeyler söyleme cesaretini hiç gösteremeyeceksin dimi?
- ona bir şeyler hep söylüyorum ama evet, dediğin cesareti gösteremem. çünkü bu onu olmadığı birisi yapar. bir şey söylerim ve o bunu düşünmemişse bir şey söylemek zorunda kalır. onun bu söyleyeceklerinin asıl söylemek istedikleri olup olmadığını bilemem. ya da düşündüyse planlamış olur cevabını. ikisi de duymak istediğim şeyler değil.
- duymak istediğin sözler için yaşayacaksın hep dimi?
- evet... duymak istediğim sözlerin ne oldukları ağızdan çıkmadan bilinmiyor ama.
- nasıl oluyor o?
- okuduğun kitaptan bir paragraf beğenmek gibi. sayfalarca okumuşsundur ama o bir paragraf sana yetmiştir. o paragrafla karşılaşmayı beklemezsin ve okumadan da orada yazıp yazmadığını bilemezsin. bunun gibi.
- şaşırtmak mı gerekiyor illa?
- her şey şaşırtabilir, içerik önemli.
- hiç duydun mu ki böyle sözler?
- duyuyorum, evet. yersiz ama bir o kadar da yerine oturan laflar oluyor bunlar. döngüsel bir şey olduğuna inanıyorum.
- yanakların biraz soğudu.
- çok şükür. ama bacaklarım hala bana ait değil gibi.
- çok seviyorsun.
- seviyorum. sevmesini beklemiyorum. hem biraz karşılık verse her şey karışabilir, böyle iyi hissediyorum.
- belki çok güzel olur, neden öyle diyorsun?
- biliyorsun işte, umut taşımak istemiyorum. hem öyle çok güzel olsa bile aklımdan geçireceklerimi yaşayacağız diye bir kural yok. o yüzden onları düşünmek istemiyorum.
- yaşamayacaksınız diye de bir kural yok olduktan sonra.
- öyle ama yine de düşünmeyeceğim.
- ışıklardan geçmelisin.
- kıyamet senaryoları yazma lütfen bugün bana.
- tamam yazmayacağım ama ışıklardan geç.
- tamam.

adımlar, adımlar, adımlar... sesler duyulabilecek seviyede değil bundan sonra.

12 Ekim 2012 Cuma

- ekim iyidir. şubat soğuk. temmuzların allah belasını. bundan sonra hep kış olacak deseler hepinizi öperdim.

- vakti gecikmiş nescafe'mle saatin 8 olmasını bekliyorum. yoo, hiçbir şey olmayacak. ben sadece bekliyorum.

- benim şu an film seyrediyor olmam lazımdı. hatta şu an birini bitirmiş bir diğer filmi seyretmeye koyulmuş olabilirdim. son günlerde böyle. film seyretmekten mutfakta bizden olmayan canlılar türemeye başladı. bulaşık yıkamaya, çöp çıkarmaya vaktim yok. ne yapıyorum o kadar, hemen söylüyorum: film seyrediyorum. her zaman yapamam. yapabilirken yapıyorum işte. yapıyordum daha doğrusu. son olarak bi the lord of the rings ziyafeti verdim ki yine başa döndük bu 3 filmle. hep daha güzelini seyretmek istiyorum. malesef yine zirveye geldik ve şimdi atlama zamanı. olm güzel filmler yapın lan. valla. isterse 18 saatlik olsun, seyrederim.

- çöp çıkarmak da ne gereksiz iş. zaten şu kapıdan çıktığımda uzaylının dik alasına dönüşen bi insanım, bi de elinde böyle koca mavi bi poşet. bi de onu çöpe atıp geri eve dönüyorsun.

- yalnızlık acıtmıyor. acıtanlar getirileri. volume'u sona dayamış bağıra bağıra şarkıya eşlik ederken sorun yok ama telefon çaldığında ne tonda konuşacağını kestirememek kötü oluyor. zaten yalnızlık da bozuluyor o sırada. derviş bakkala da çok sinir oluyorum genellikle.

- enem, saat 8'i 5 geçiyor. şimdi muhtemelen saatin 3 olmasını bekleyeceğim. dedim ya, bir şey olmayacak. sadece bekliyorum.

- kulaklarımdan iyilik akıyor bazen. bazen mi? genelde. genelde? ya tamam, hep böyle aslında. sadece bazen tutmasaydım düşüyordun diyip geri tıkıyorum kulaklarıma. yapmasam başıma olmadık şeyler geliyor sonra, kızma. kulaklarından iyilik akanları tanıyabiliyorum ama kulaklarından iyilik akacağına inandıklarıma engel olamıyorum sonuçta. neye inanabilirim ki başka. bu dünya iyilikten de yıkılabilir ki bu bence düşünülmüş sonların en mantıklısı. ama biz başka bir ülkeye uçmak istediğimizde pasaporta ihtiyaç duyuyoruz hala. iyilikten yıkılacak bir dünya. fantastik olması inancımı daha güçlü kılıyor.

- kışın bir kitap yazmaya karar vermiştim. vazgeçmiş değilim. uğraşmıyor olabilirim, sebeplerim var. düşünmek uğraştan sayılmıyor diye bir açıklama getirmek istedim. çakmak ve kibrit arasındaki 1001 gece masallarını yazmayacağım sonuçta. daha net rüyalar görmeliyim.

- oldum olası safça inanmışımdır şuna: şimdi aklımdan bir şey geçti, bir şeyler anımsadım ama gerçekten içten duygularım. duygunun sahibi bunu hissedecek. ben altı yaşımdan beri buna inanıyorum lan! yıllar geçtikçe koşullar ekledim bir de buna. hissetmek istemeyen adama zorla hissettiremezsin ya, onun da duygularının içten olması gerekiyor. yani hissetmek isterse şayet, çok net şekilde anlayabilecek. evet, koşullar dedim ama bu kadar, tek koşul. odaklandığın yerde her şey çok güzel çünkü. iyilik kusabiliyorsun o zaman, ek olarak. evet, kusmak ve iyilik, aynı cümlede.

- tank oynardık el kadarken. o stage 1 yazısından 5 saniye sonraya kadar karıncalanan çizgiyi etrafımda hissedebiliyorum. tank'ta 5 saniye uzun bir süre, atlamamak lazım.

- kendimi kaybolurken buldum. sevimli bi dede kulağımı çekerken. "senin burada ne işin var, evine dön haydi" derken. dedenin hastalığı, hatırlayabileceği en uzun sürenin 2 dakika olması. ben artık oradayım. dede bırakmıyor.

9 Ekim 2012 Salı

oturup konuşsak bir seri katile bile hak verebilecek insanım. ben şimdi iyi bir şey mi söyledim, kötü bir şey mi söyledim?

iyilik nedir? iyilik belki de öldürmektir, onlarcasını hem de. bunu bilebilir miyiz dersin? "yo hayır, iyilik öldürmek olamaz." bilemezsin, sadece kabul edebilirsin.

seri katil demiştik. bir seri katille oturup konuşsak. bir kere önyargını olabildiğince uzakta tutman gerekiyor. ya da bilme, bu seri katil hakkında hiçbir şey bilme, sadece yeni tanıştığın insan gözüyle bir bak. şayet seni oracıkta öldürmezse kanın ısınacak bu insana. belki kanın ısınınca öldürür, bunu da bilemezsin. çünkü katil yok şu an karşında, bir insana bakıyorsun. şimdi diyeceksin ki adam katil, sana niye öldürdüklerini anlatsın. siz hep varsayım yapıyorsunuz ama yönlerimiz genelde farklı oluyor. diyelim bir seri katille masada oturuyorum ve duyduğum korkudan dolayı elim telefona gidiyor. kim benden orada oturup sohbet etmemi isteyebilir ki? "ya seni de öldürürse? kaç oradan!" bakın, varsaydınız: "ya seni de öldürürse?" ben de diyorum ki yeni tanıştığım birisiyle masamı paylaşıyorum. şu an herhangi bir korku duymuyorum. havanın griliğinden konu açılıyor, ben de konuşuyorum. zor bir gün olduğundan bahsediyor. ya da çok güzel bir güne uyandığını söylüyor. ya da günün sıradanlığından bahsediyor. ya da ... bakışlarımla sorumu yöneltiyorum. belki anlatacak, belki hiç konuya girmeyecek bile. ya da dur, unut hepsini. seri katili tutuklamışlar ve sorgu görevi sende. bu sefer önyargı seri katilde. bu adamın dilinden bir kez olsun içtence "dayanamıyorum. dayanamıyordum." lafı çıksa ne yapacaksın? ya da öldürme işini araba sürmek kadar sıradan bir şey olarak gördüğünü anlasan? bundan zevk aldığını söylese hatta? ne yapacaksın? ne yapabilirsin? "ama o en az 11 kişiyi öldürdü." niye öldürdü? sen hiçbir şey bilemezsin.

daha önce buralarda bir yerde bahsetmiştim bundan; olacak olaylara sebep olan etkenler vardır ve bunlar genellikle umursanmaz olay gerçekleştikten sonra. özellikle de psikolojik etkenler. başka bir şey demek zorunda hissetmiyorum kendimi.

"öldürmek iyilik olamaz." bunu azınlığımız kabul etmiş olsaydı şu an dünya üzerinde kimse yaşamıyor olurdu belki de. inan ki kimi insanların bunda karar kılabilecek bir iradesi dahi yok. bu senin hatan mı? onun hatası mı? kader mi, yazgı mı? ne dersen de, bunu görüp de anlama taraftarı olmayacaksın hiçbir zaman. o bir katil olacak. 11 kişiyi bu dünyadan yok yere ayırmış olacak. gerisi umrun olmayacak, buna eminim. "ölsün. gebersin pislik." demeyecek misin bunu?

ertesi gün gözlerin mutsuz açılıyor. niye? dün gece yapmaman gereken bir şey yaptın. ne yaptın? sözünü tutmadın ve belli bir süre sonra başına işler açılacak. bunun kaygısını taşıyacaksın bütün gün, bir şey olana kadar. eminim katilin de senden bir farkı yoktu. hatta belki de sözünün eriydi. "sus şimdi, bana katilden bahsetme." demeyecek misin?

adalet bizimle birlikte var olsaydı bugün adalet diye bir kavramımız olmazdı muhtemelen. adaleti sağlayacağını söyleyen herhangi bir varlığa güvenemem. adalet dediğin kişisel bir konu. bir topluluğun üzerinde adaleti sağlayacaksan görmezden gelmek zorundasın. e tabii bu da haliyle adaletli bir davranış olmayacak, kendi kendini çürüteceksin. ve bazen adalet dediğin yok yere öldürmek olabilir, buna asla bir şey diyemezsin.

"e peki ne yapacağız?" bilmiyorum ne yapacağız. bu cevapla beni öldürebilirsiniz, şüphem yok. ama malesef bilmiyorum. düşüncelerimize giren hastalıklara sunulmuş bir ilaç yok. bu hastalıklar ki 11 kişiyi öldürtebilir sualsizce. bu hastalıklar ki "ölsün. gebersin pislik." dedirtebilir. bu hastalıklar ki bütün bu paragrafları yazdırtabilir. bilmiyorum ne yapacağız.

11 kişiye üzülmeyecek miyiz? desen ki "yarın buraya gelmeyi düşünüyordu." üzülmeyecek miyim? hak vermeyecek miyim öfkene? katılmayacak mıyım? aynı şeylere ortak olacağım, kuşkun olmasın. ama seni tanıdığım için senden yana da olmayacağım. bu benim insanlığımı bozmadı şimdiye kadar, kimsenin insanlığını bozmayacağına da inanıyorum. yolunda gitmeyen şeyler var sadece. kimileri ne olduğunu asla göremeyecek şekilde doğuyorsa kader dediğiniz mi oluyor bu? peki ne yapabilirsiniz? eminim "yapacak bir şey yok." diyecekler çoğunlukta olacak ama daha insaflı yaklaşıyorum: bilmiyorum ne yapacağız.

5 Ekim 2012 Cuma

bir gelgit olur ve hayatın değişir. bildiğin gelgit, suların çekilmesi ve yükselmesi. evet, aslında hayatının değiştiği falan da yoktur, bundan öncesi de değişimlerle dolu değil miydi zaten? yani hayat dediğin değişimi beraberinde getiriyor. bir varmış, bir yokmuş.

hiç olmamış gibi davranmakla geçip gitmiş gibi davranmak arasında fark vardır. bunlardan birisi hayli üzerken, diğeri sanki gerçekten hiç olmamış gibi, bir his de yaratmaz. bu sanırım ayrılıkların bir tarafı daha fazla yıpratmasına kadar varıyor. her yatağa girişinde yeni bir güne uyanırsın. bunu bilirsin, bunu değiştiremezsin. işte o anlardan birinde ay suları kendine doğru çeker ve sana sahiden yeni bir gün hazırlar. birileri hiç olmamışsın gibi davranma kararı almıştır. hiç olmamışsın ve belki hiç de olmayacaksın. yeni gün bu, biraz eksik başlayacak.

duvara konuşsan, seni duymadığı için suçlayamazsın onu. karşında iki kulaklı bir canlı olunca... sen yoksun. en azından o an, herhangi bir varlığa sahip değilsin. hiç olmamışsın. ki bu canlının iki gözü, iki eli, bir de ağzı varken üstelik. yeni gün onun için de biraz eksik başlayacak. zira duyularını kaybetmiştir.

bu şekilde kaybettiğim insanların sayısı çok diyemem, zaten kazandığımı düşündüğüm kaç insan var. ama sevince bu çok başka oluyor. o sayıca 1 olan insan 15'le çarpılabiliniyor. 15 kişi bir olup aynı gün hayatından gitmiş gibi hisler bırakıyor içinde. emin ol ki kazandığımı düşündüğüm 15 insan dahi sayamam. ama gidiyorlar, aynı an içinde. duvar olmayan ama duvardan da farkı kalmayan şeylere dönüşüyorlar. işin kötüsü de o ya, sevgini bir anda çekemiyorsun. onun için haklı sebepler dahi bulsan, sevmekten vazgeçmeyebiliyorsun. ömrümün geri kalanında yerim olmayan bir yerde yaşayacağım. hiç var edilmediğim bir yerde.

en azından o sorgu anının gerçek olmasını isterim ve o tanrı karşısında saklayabileceğimiz şeyler olsa, ağzımı açmadan başımı eğer geçerim. nasılsa orada olacaklar, görebileceğim. ondan sonra gönül rahatlığıyla cehennemde yanabilirim, sorun değil.

insan nefretimin yanında nedense böyle de bir sevgi var içimde. genele nefret ama öznelleştikçe sevgi. öznelliği kimseyi insanlığından çıkarmıyor, bir melek yapmıyor. bundan sonra aynı yerde dahi bulunamayacağın bu insanlar bir gün ölecek, düşünebiliyor musun? alt tarafı birkaç yılını geçirdiğin ama elinden gelse ömründen verebileceğin insanlar bir gün ölecek. varlığına müsamaha gösterebilecekleri kaç yıl sonsuzluktan uzun olabilir ki? ay oldu, yıl oldu, yıllar oldu bu insanlar gideli. en az 15 kişi. yüreğimdeki sızısı hiç geçmeyecek olmasına rağmen hala iyiliğinizi diliyor olabilmek nedendir bilmiyorum. kin tutmayı öğrenmeliyim sanırım biraz da. yoksa sizin bu sızıya çare olacağınız yok. kayıplar kazançların yanında dev gibi kalıyor bazen. kaybetmek kısmen elinde, gerisine bu sızıyı hissetmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok.