4 Eylül 2012 Salı

akıl azalır ve biter.

yeşil masa lambasını seviyorum. telefonumu seviyorum. bu masanın dağınıklığını seviyorum. küllük geçen günkünden daha iyi; en azından şeffaf, içini görebiliyorum. saymadıklarım bir şey ifade etmiyor. kalem koyacak yeri kalmamış kalemlik, birkaç yüzük, fatura yığını, kağıtlar, metre, koli bandı, yeşil yumak, takvim, 50 kuruş, aseton, kablolar, bileklikler, iki küçük poşet, piller, fırça, anahtarlarım, çakmak, iki paket sigara, pamuk, boncuk paketleri... dünya bu masa kadar. varsa yoksa yeşil bir masa lambası. telefonumu bunlara dahil etmiyorum; biliyorsun, o sahiplendiğim bir şey. yeşil masa lambası ve dağınıklık. ve kıyaslar. dünya bu kadar. gerisi bir şey ifade etmiyor.

çocukken güzelliği anlayamazsın. kavrayamazsın. güzeldir, ama öyle olması gerekmez midir zaten? çok güzeldir, geçip gitmiş demektir. akıl çocukluktadır. çocukken aklı anlayamazsın. kavramayazsın. her şey yeşil masa lambasıdır. sonra biraz dağılır ortalık ve kıyaslar başlar. aklı kavramışsındır, çocukluk geçip gitmiş demektir. şüphe duymadığın şeyler seni rahatsız etmez. farkında olmadığın şeyler için şüphe duymazsın. belki biraz farkında olmayışın şüphelendirebilir. ne fark eder, geçip gitmiştir o zaman. akıl çocukta şüphe uyandırmaz. güzellik çocukta şüphe uyandırmaz.

zevk ne büyük kelime. tat. his. ne olursa olsun, koluna baltayı vurduklarında canın acır. inan ki koluna ve baltaya bakakalmak büyük bir acı. çığlık atmak bir tepkidir, peki ya bakakalmak? hayatta en yoğun hissim hissizliğim. kaybettiklerime de üzüldüm, kazandıklarıma da sevindim, çeşitli şeyler hep hissediyorum ama bu hissizlik hissi... yeşil masa lambası... bu masada olmasaydı şayet, hiç de umrum olmazdı. bu durumda masadaki varlığı da umrumda sayılmaz. dünya bu masa kadar. seni tanımasaydım şayet, umrum olmazdın. bu durumda hayatımdaki varlığın da umrumda sayılmaz. eğer senin bakış açına uyamıyorsam; üzgünüm, bu benim en yoğun hissim. eğer bakış açına uyamıyorsam, üzüntüyü hissedebilirsin. bana bırakırsan, üzgün değilim. bazı şeyler kelimedir sadece, sizin için konuşuyorum. bazen her şey kelime oluyor, kendim için konuşuyorum. sizin yüzünüzdendir ki hissizliğim hislerimi doğuruyor. öfke duyuyorum, üzüntü duyuyorum, acıyorum... tüm bu hisler hissizliğime. rutine binmiş hayatların gözlerinde parıltı görüyorum bazen. kim bilir ne için. ama var mı, var. orada his var. orada alınan tat var. orada duyulan zevk var. anlam aramak öyle bir hastalık ki bazen insanların gözlerini parıl parıl yapıyor. anlam arıyorsan bulabilirsin de, bu sorun değil. sorun olan anlamı bulamamak da değil, anlamı aramak. hiç dedin mi kendine, "niye anlam arıyorum" diye? anlam aramakta bile anlam arıyorsun. saçlarını yolduruyor belki, belki çaresiz kılıyor, belki ağlatıyor. farkına varamayacağın kadar zavallı kılıyor seni. bu ölümcül bir hastalık. aklın yetmiyor, değil mi? yetse her şeyin bir anlamı olurdu. akıl, azalır ve biter.

her yaştan insanlar görünüyor, çocuklar da var aralarında. bu bazen kabus gibi görünüyor. uyanıkken uyanamazsın, kabus devam ediyor. ben devam edemeyeceğimi biliyorum, devam edemeyeceğimi kabulleniyorum. bu yüzden de devam etmiyormuşum gibi algılıyorum. arada aynaya bakıyorum, değişik görünüyorum her seferinde. algım gerçeğe karşı oynuyor. bu oyuna da devam edemeyeceğimi biliyorum. hissetseydim, buna bir son verebilirdim ki zamanında sonlandırmaya da çalışmıştım. artık hissedemediğim için, devam ediyor olmak umrumda değil. sonlar sizi üzüyor. bende bulunmasa da sizdeki hislere önem veriyorum. üzmek insanı kötü kılıyor. hissizliğim kötü ama beni kötü bilmenizi istemem. elimde olsa tüm hislerinize ortak olmak isterdim çünkü. şimdilik sadece umrumda değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder