24 Ocak 2010 Pazar

başladığım, sonunu getirmeye inandığım, ancak nasıl oluyorsa bir türlü tamamlayamadığım, bıraktığım o kadar çok şey yazmışım ki. sayıları az belki, ama bir şeyler o "çok" kelimesinin içini dolduruyor. şimdi buraya bir tanesini yazmak geldi içimden. muhtemelen, detayları yazarken ne anlatmak istediğimi unuttuğum için yarım bırakmışım. sonradan okuyunca pek yarım gibi de gelmedi. zaten devam edip bir şeyler ekleyemem altına. ayrık oluyorlar o zaman. yemeğe tuzu, önce ve sonra atan iki insanın aynı anda bir yemeği yapması gibi. ya tuzsuz oluyor ya da çok tuzlu.


yaşadığım ama hatırlayamadığım şeyleri düşünüyorum. hastalık sebebiyle beynin "hatırlanmayacak şeyler listesi"ne neler kaydettiğini düşünüyorum. kendi beynimin benim için şimdiye kadar yaptığı en büyük iyilik sanırım bu liste. ben hatırlamıyorum ama hatırlayan birileri muhakkak ki var. ancak onlar da hatırlamak istemediklerini söylediklerinde ısrarcı olamıyorum öğrenmek için. garip değil mi bir insanın kendi yaptığı şey(ler)i hatırlamaması? hem de hafızası kuvvetliyken?

7 yaşımda gördüğüm bir rüyayı hatırlıyorum. bir balina görmüştüm. denizde sıçrıyordu tüm güzelliğiyle. ama öylesine korkmuştum ki o rüyadan. sesimi çıkaramadığım ilk korkum olmuştu o rüya. uyandığımda yan odaya, yatak odasına gitmek istemiştim. hareket edemiyordum. "anneee" diye bağırmak istemiştim. sesimi de çıkaramıyordum. o gece bir şekilde geçmişti yalnız başıma. yan tarafımdaki ranzada yatan abime bile hissettirememiştim yaşadığımı. meğer o zaman bildiğim balina şimdi bildiğim köpek balığıyla eşdeğermiş. bu yüzden kendi yaşıtlarım en sevdiği hayvanı yunus, balina yaparken ben tavşan diyordum, panda diyordum.

yine 7 yaşımdayken gördüğüm bir rüyayı daha hatırlıyorum. bu sefer bir yılan görmüştüm. dilini çıkarıp tıslıyordu. rüyada ben de vardım. yılanı görüyordum ve korkarak ağlıyordum. yılan da beni gördüğü an boynuma dolanıyor ve beni boğuyordu. ölmemek için uyanıyordum ve gözümü açtığımda yüzümün ıslak olduğunu fark ediyordum. sesimin yine çıkmayacağını anlamıştım. sadece ağlıyordum. o anı yaşadığımın yine kimse farkında değildi.

6 yaşımda anaokulundaydım. neden orada olduğumu hiç merak etmemiştim, hiç düşünmemiştim. neden orada olmam gerektiğini de bilmiyordum. "öğretmenim canım benim canım benim seni ben pek çok pek çok severim ..." bu şarkıyı ilk öğrendiğim yerdi orası fakat öğretmenimden nefret ediyordum. yüzünü hala net bir şekilde hatırlıyorum. büyük ihtimalle o da beni sevmiyordu. en sevmediğim saatti oyun saati. ve bir gün anneme, "çok çekingen duruyor. herkes oyun oynarken o bir köşede oturuyor. bir problemi olabilir. bir psikoloğa götürmenizi, ilgilenmenizi tavsiye ederim." demiş. annemse benim cevabımı iletmiş, "benim sevdiğim oyuncakları hep başkaları alıyor." daha sonra benimle konuşmuştu öğretmen, "sen de diğerlerinden önce davran ya da kim almışsa ondan iste." demişti. daha o yaştayken bile bu tavsiyesi o kadar saçma gelmişti ki. bebek arabaları için sürekli kavga ediyorlardı. bir de ben mi isteseydim? sonra zarar veriyorlardı sevdiğim oyuncaklara. o yüzden sahiplenmek istemiyordum benden önce davrananlar tarafından kapılmış o oyuncağı. orada sevdiğim tek bir zaman vardı. kibrit çöplerinden ev mi yapacağız, anlatılırdı önce. kibritler ve kağıtlar dağıtılırdı. daha sonra uzun bir süre kimse karışmazdı ne yaptığıma. sadece "neden yapmıyorsun?" diye soruyordu öğretmen arada ama ben asla bu soruyu yanıtlamak zorunda kalmamıştım. onun da sormasına gerek kalmamıştı. işte o kimse karışmazkenki geçen vakit tek sevdiğim yanıydı o okulun. bir de bakıcı teyzemiz vardı. o ise ikinci nefret ettiğim kişi olmayı başarmıştı. zorla yedirdiği bir yemek sonrası kustuğumda daha da kızmıştı. okula gitmek istememiştim bir daha. zorla götürülmeye başlayınca da çözümünü bulmuştum. 2 gün arka arkaya altıma yapmıştım ve bir daha kapısından bile geçmemiştim.

anaokuluna gitmeyerek geçirdiğim günlerde de okumayı öğrenmek istiyordum. abimin hece tablosu duruyordu. birkaç gün inceledikten sonra anneme gidip "bu nasıl okunuyor?" diye tek tek harfleri sormaya başlamıştım. annem de bunu abimin yanında babama anlatınca hece tablosu yasaklanmıştı bana. "benim o" diyordu ve saklıyordu durmadan. ama her gün okula gittiği vakit ben evde oluyordum ve annem de onun nereye saklamış olacağını biliyordu. tek harfleri okumayı öğretmişti. daha sonraları ben sormaya başlamıştım bu böyle mi okunuyor diye. ilk okuduğum heceyi hatırlıyorum hala: ba. o şekilde okumayı öğrenmiştim. abimse okumayı öğrendiğimi öğrendiğinde o hece tablosunu çöpe atmıştı.

okula başladığımda okumayı biliyordum ve yapılan her şey çok sıkıcı geliyordu. 1. sınıfta su çiçeği geçirmiştim. o 2 haftalık zamanda bir sürü kitap okumuştum. en sevdiğim "yaramaz paytak ördek" olmuştu. onu da hala sakladığımı biliyorum. ilk kurdale takılan kişi olmuştum sınıfta. hem de daha ilk günlerden. ancak bundan hiç memnun bırakmamışlardı beni. sürekli "benim gibi" olmalarını söylüyordu öğretmen diğerlerine. zor öğrenenler için kendimi kötü hissediyordum, suçlu gibi.

3. sınıfa geldiğimde şehir değiştirmiştik. yeni bir öğretmenim vardı. arkadaş olduğum kişilerin hepsi çok seviyordu onu o zamanlar ve onlar da başarılıydılar. matematik derslerinde özellikle problem çözmek için bir zaman verirdi ve kim yaptı kim yapamadı kontrol ederdi. yapamayanları tahtaya çıkarırdı, ceza verirdi. bu da bana saçma gelmişti. ceza vermek yerine öğretmeliydi. bir gün yine matematik dersinde yapamayanları tahtaya çıkardı. yapanları da çıkardı ve yapanlara, "istediğiniz kişinin karşısına geçin, yüzüne tükürün" dedi. problemleri çözebilenler için hiçbir sorun yoktu. hatta belli bir tatmin sağlıyordu onlar üzerinde. sevmedikleri kişiyi seçebiliyorlardı. tükürmeyi istememiştim hiç ama tükürmediğim için de uyarılmıştım: "o da alsın cezasını, tükür sen de." o anda o öğretmenimden de nefret etmiştim. sadece herkes seviyor diye sevmediğimi dile getiremiyordum. hem bu sefer öğretmenim beni seviyordu. daha sonraları büyüdükçe, konusu açıldıkça hemfikir olmaya başlamıştık diğerleriyle. herkes en az bir kere tükürülen kişi olmuştu çünkü.

daha yakın geçmişe gelmeye çalıştığımda kopukluklar oluşmaya başlıyor. bazı olayları hatırlasam da hangi zamanda gerçekleştiğini hatırlayamıyorum. yaptıklarımı inkar ediyormuşum ve yapmadıklarımı yaptım diye anlattığım oluyormuş. belirli bir zamana kadar hislerim durmadan güçleniyordu. pek çok şeyi tahmin edebiliyordum, sezebiliyordum, anlayabiliyordum.


ilk ve son paragraf çıkarılmalı belki. anlatmak istediğim şey o zaman çok daha net gözükebilir gibi duruyor. aslında öyle değil, bütün bu unuttuklarımın hatırladıklarımla ilgisi olduğunu düşünüyordum. bir şeyi unutmamın sebebi, çok başka bir şeyi hatırlıyor olmam olabilir. bu herkeste böyle olabilir. ya da bana özel bir durum olup, sorunsuzca yaşadığım dönemin 9-10 yaşlarıma kadar sürmesi olabilir. sanmıyorum ki anaokulu öğretmenim gelip, sana böyle böyle demiştim desin. ya da bir sınıf arkadaşım çıkıp, evet sen tükürmemiştin desin. başkaları için belki hiç önemi yoktu bunların. benim kafamda bunca süre saklı kalabildiklerine göre benim için bir önemi olmalı ama.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder