akşamları evde olmayan apartman sakini gibi hissediyorum kendimi. apartmandakilerin pek umru değil. dışarıdan bakınca bi benim dairenin ışıkları kapalı. hoş, bunu fark edenlere de tanıdık değilim. varım da yokum da. elektrikler kesikti örtmenim!
"tütün içmek öldürür" yaşamak öldürmüyor sanki. yaşamda bir ölüm gerçekleşene kadar ne ölümler yaşanıyor be. hepimiz bile bile sarılıyoruz yine. katılıyoruz döngüye. katılmasan olmuyor çünkü. her ne kadar katılınca olmuyorsa da katılmayınca da olmuyor işte. kimse yaşamaktan ölmüyor zira.
çıkagelen insanlar. evrenin sunumda zaman ayarı çok sıkıntılı. sen daha menüye bakınırken tatlıyı sunuyor önüne. ama sen illa çorbayla başlayacağın için fark edemiyorsun durumu. neyse çorba, salata, ara sıcak derken tatlı orada ekşimeye başlıyor. ama hiç çaktırmadan. sıra tatlıya geliyor, "efendim tatlımız kalmadı" diyivermesin mi. ee diyorsun, baştan getirdiğin tatlı noldu? bozulmuş, ama istersek yine de getirebilirmiş. insanın görüp de tadamadığı her ne olursa, kalmaz mı aklında? aradan seneler geçmiş, çıkagelmiş. hoş da gelmiş aslında ama benim daha çorbaya ihtiyacım vardı. tatlım hakkında henüz hiçbir şey düşünmemiştim ben. geri çevirsem olacakları biliyorum. oturup yesem, sırası değil. düzene aşık olduğumdan değil, bazen gerçekten hiç sırası değil. önümde bi tabak tatlı. çorbamı düşünemez oluyorum. tatlıyı yiyemiyorum. seyrediyorum sadece. birkaç güne kaşığı kemirmeye başlayabilirim. affet yine de, severim seni.
odamda tavana çakılı bir vida var. senelerdir var. zamanında kim ne asmış buraya, hep merak ederim. 99 depreminden sonra bir rüzgar çanı asmıştık bu vidaya. yine değerlendirilse iyi olacak sanırım. gözlerini tavana diktiğinde askılı bir vidayla karşılaşmak insanın aklını çeliyor nereden baksan.
duymak istemediğin ama iyi bildiğin şeyleri kendine söyleyemediğinde bedeninden ağır bir sıkıntı düşüyor içine. insan istemeden kendisine saygı duyuyor. duymak istemiyor, söylemeyeyim en iyisi diyor. hatta o kadar saygı duyuyor ki bunu bile sesli söylemiyor. sonra insan yine kendisine saygı duyuyor, çok iyi bildiğini söyleyemiyor. o ara nasıl oluyorsa bu kaburgaların arası apartman boşluğuna dönüşüyor. bütün organlar bu boşluğa dönüyor yüzünü sanki, hepsi birden görüyor düşen sıkıntıyı. eh, onlara da saygı duyuyoruz, biraz tuhaf baksalar da.
yıllardır içimi kemiren gelecek kaygısından kurtulmuşum. düşününce. gelecek için bir çaba göstermiyorsan kaygısı da olmuyormuş. halbuki tam tersi olması lazım. kendimle güzel bir kavga iyi gidecek sanırım yakın zamanda.
bi rüya defteri tutmaya başladım. ara ara burada da bahsetmişimdir rüyalarımdan, rüyalar hakkında ne düşündüğümden. ilginçtir, deftere bir iki rüya yazdıktan sonra rüya görmemeye başladım. şayet bununla bir alakası varsa söz, yazmam bir daha. her ne kadar bazen bütün haftamı etkiliyor olsalar da ben rüyalarımla iyiyim. iyiyim demişken... iyi olmak > mutlu olmak diyorum. sonuçta mutsuzluğu da hakkını vererek yaşıyorsan iyisindir.
günlerdir gözlerimden iki damla yaş akıtmaya çalışıyorum, bu yoğunluktan kurtulurum belki diye. azıcık rüzgar, azıcık güneş ışığı bile başarıyor da ben başaramıyorum. kalbimin taşlaştığını hissediyorum ve bunu hissettikçe daha fazla ihtiyaç duyuyorum o iki damla yaşa. bence zaten insan en çok kalbinin taşlaştığına üzülmeli.
yalnızlık en tanımlayamadığım kavram şu hayatta. kötünün en kötüsünü de iyinin en iyisini de içinde barındırıyor. o yüzden hem cezbediyor hem de korkutuyor. ola ki yalnız yaşama fikrimden vazgeçsem bir şekilde çevremdekiler tarafından yalnız bırakılacakmışım gibi hissediyorum. ölüm ki en kötüsü bunların. yalnızlıktan vazgeçecek cesareti göstereceğim ama sonra herkes tek tek ölecek gibi. herkesin tek tek ölmesi beni daha sonra yalnızlaştıramaz, bunu biliyorum. karşıma biri çıktığı an ilk düşündüğüm şey yalnızlığım. kurtulma değil koruma içgüdüsüyle yaklaşıyorum. bunun ifadesi de en zor şeylerden biri. ifade etsen yalnızlığını açmış oluyorsun. hiç dillendirmesen enteresan oluyorsun. misafirler her zaman oluyor, idare ediyoruz ama günün birinde tası tarağıyla çıkagelecekse biri... sığamayız. ben bile sığamıyorum bazen.
3 Kasım 2016 Perşembe
16 Haziran 2016 Perşembe
buralarda bir yerlerde "the noose" başlıklı bir yazı olmalı. o gün sigaraya başlamıştım. bakkaldan bir kutu camel isteyip "bu paket bittiğinde ben artık sigara içiyor olacağım." diyerek yakmıştım bir tane. arkasından bir tane daha. bir tane daha... paket bitmişti birkaç saatin sonunda. başım sahiden dönüyordu yani. neden böyle bir şey yapmıştım? bilmiyorum. düşündükçe verebilecek başka cevap da bulamıyorum. hayatımda önemli hatalardan biri olarak görüldü, öyle görmeye de çalıştım çoğu zaman. içimde bir ses "kendin için yapabileceğin en iyi şeylerden birini yaptın." diye yankılanıyor o günden beri. ben o sesi anlıyorum. ne demek istediğini anlıyorum. ama biliyorum ki kendime zarar veriyorum bir yandan da. bir gün vedalaşacağımızı, vedalaşmak zorunda kalacağımızı ve hatta vedaya bile değmeyeceğini iyi biliyorum. şahsi bir mesele sonuçta. kimseye gerek duymadan, kimseyi anımsamadan sürdürebildiğimiz tek keyif. yalnızlığın yan etkisi bir bakıma. kendi üzerimde.
evrende sabit bir mutluluk olduğuna inanmıştım. belirli bi miktar. dönüp dolaşıp birilerine denk geliyor. artmıyor. eksilmiyor. vücutta da benzer sabitler var sanırım. ayaklarım bu ara beni gayet iyi taşıyor. yine de beni olduğum gibi göremeyen insanlara kırılmam iki saniyeyi bulmuyor. bir insana baktığında, onunla iletişim kurduğunda, onun karakterini görememek çok üzücü bence. ve bu göremeyen insanlar bu durumu umursamazken kalkıp da benim onun için üzülmem yersiz oluyor, bunu da biliyorum pekala. yine de o anda buhar olup uçamıyorsun. sırt çantanı takıp jüpiter'e yollanamıyorsun. siz hala neden varsınız? korkarım gittikçe çoğalıyorsunuz da.
babamla ilgili önemli gelişmeler var. babam açısından önemli. benim açımdan, son yazdıklarımdan çok da uzakta sayılmam. iki ayda üç ameliyat geçirdi, kanser teşhisiyle. rüya gibi geçen, her uyandığımızda kendimizi hastanede bulduğumuz iki ay. teşhisle birlikte darmadağın bir moral. gizli saklı çevirdiği başka işlerin açığa çıkması bir yandan. suçluluğu iliklerine kadar indiğinden, süt dökmüş bir kedi adeta. birkaç ameliyat ve ışın tedavisi de yakında gerçekleşecekler arasında. içimin sızlaması, ailede başkalarının içinin sızladığını görmemden kaynaklı.
üretemediğim zaman mutsuzlaşıyorum. bunu keşfetmem iyi oldu ama sanırım bu pek iyi bir şey değil. üretmeliyim. herhangi bir şey. özellikle somut bir şey. genellikle de bokunu çıkarana kadar. bir şekilde bu hissin yerini tutacak bir şeyler bulmam gerekiyor.
mekan önemli. duygu aktarımı konusunda özellikle. sarı ışık tavsiyemdir.
evrende sabit bir mutluluk olduğuna inanmıştım. belirli bi miktar. dönüp dolaşıp birilerine denk geliyor. artmıyor. eksilmiyor. vücutta da benzer sabitler var sanırım. ayaklarım bu ara beni gayet iyi taşıyor. yine de beni olduğum gibi göremeyen insanlara kırılmam iki saniyeyi bulmuyor. bir insana baktığında, onunla iletişim kurduğunda, onun karakterini görememek çok üzücü bence. ve bu göremeyen insanlar bu durumu umursamazken kalkıp da benim onun için üzülmem yersiz oluyor, bunu da biliyorum pekala. yine de o anda buhar olup uçamıyorsun. sırt çantanı takıp jüpiter'e yollanamıyorsun. siz hala neden varsınız? korkarım gittikçe çoğalıyorsunuz da.
babamla ilgili önemli gelişmeler var. babam açısından önemli. benim açımdan, son yazdıklarımdan çok da uzakta sayılmam. iki ayda üç ameliyat geçirdi, kanser teşhisiyle. rüya gibi geçen, her uyandığımızda kendimizi hastanede bulduğumuz iki ay. teşhisle birlikte darmadağın bir moral. gizli saklı çevirdiği başka işlerin açığa çıkması bir yandan. suçluluğu iliklerine kadar indiğinden, süt dökmüş bir kedi adeta. birkaç ameliyat ve ışın tedavisi de yakında gerçekleşecekler arasında. içimin sızlaması, ailede başkalarının içinin sızladığını görmemden kaynaklı.
üretemediğim zaman mutsuzlaşıyorum. bunu keşfetmem iyi oldu ama sanırım bu pek iyi bir şey değil. üretmeliyim. herhangi bir şey. özellikle somut bir şey. genellikle de bokunu çıkarana kadar. bir şekilde bu hissin yerini tutacak bir şeyler bulmam gerekiyor.
mekan önemli. duygu aktarımı konusunda özellikle. sarı ışık tavsiyemdir.
18 Mayıs 2016 Çarşamba
buna benzer bir gündü her şeyimi kaybederken. insanın her şeyini kaybetmesi biraz zaman alıyor. ondan sonraki her gün o güne ve biraz da bugüne benziyordu. kabuğunda bile rahat edemiyor insan bazen. algım tamamen farklı çalıştığı için... bilmiyordum ben kaybedeceğimi. her şeyimi kaybedeceğimi. nefesimi bile. ve sonra kazanacağımı. devam edeceğimi. algım artık normal çalıştığı için... kazanmak nedir ki? ölümlü dünyada biraz daha iç sıkıntısı çekmeye razı olmak? o günlere benzer bir gün.
çabuk sinirleniyorum.
aklına kurulan bir mahkeme. buraya en dürüst adamı getirsen bile çok suçlu. öldürmek yasak. gözünün önünde süründürecekler en dürüst adamları. dayanmayıp ne yapacaksın? sen zaten en suçlusun. sen zaten hep suçlusun. daha ceza mı bekliyorsun sen?! ayakların yere basıyor diye sürünmediğini aşılamıyorlar mı sana? bir kademe de öyle sürünüyorsun işte. sürünmek senin işin.
ölüm inanç içeriyor. bir mezar taşı. bir kül yığını. vs. yok olmak çok daha farklı. bu evrene dair hiçbir aidiyetinin kalmaması. öyle bir şey olsa ki zihinlerden silse beni. bu kıyafetlerin kime ait olduğunu bulamasalar mesela. bir kızı olduğuna inandığı için deli ilan etseler annemi. sahiden delirirdi zaten. ama o bile hatırlamasa. "bu odaya ne olmuş böyle" diye söylense kendi kendine.
"bu dünya çok renkli. çok parlak her şey."
çünkü mutluluk var bu dünyada. insanın durmadan ışığa bakıp da karanlıktan başka hiçbir şey görememesi gibi. gözlerim kamaşmış çünkü. gördüğüm kör nokta. bu rahatsızlığın içinde bulunmak istememek çok mu abartılı? ah, pardon.
çabuk sinirleniyorum.
bazen bir iğne değiyor balona. üfleye üfleye yorulmamış mıydın sen onu şişirirken? sanırım iğne daha güçlü. anlayamadığım, neden balona benzer bir şeye dolduruyorum her şeyi ve neden bir iğneye karşı önlem alamıyorum. insanın içinde kamufle edecek yeterli malzeme bulunmuyor sanırım. bir nehir akmıyor mesela. kilitli bir kutu da yok gördüğüm kadarıyla. koyup bir kutuya atamıyorum denizlerde fosilleşmesi için. ve korkuyorum bir gün hiç malzeme kalmayacak diye. bu atıkları koymak için. öyle ki bir balonun içine doldurmaya bile razı olmuşum. ama iğne...
çabuk sinirleniyorum.
sinirlenebildiğime göre bazı zamanlarda sakin kalabiliyorum demektir. kazanmak bu değil miydi?
çabuk sinirleniyorum.
tahammül gücümden neler gittiğini anlatmama gerek var mı aklımdaki mahkemeyle?
çabuk sinirleniyorum.
çünkü varım. çünkü burdayım.
çabuk sinirleniyorum.
daha önce benzer tepkiler vermiyordun sakinleşmediğimde.
çabuk sinirleniyorum.
küçücük bir iğnenin nelere yol açabileceği hakkında bir fikrin var mı?
çabuk sinirleniyorum.
çünkü sen hep bunu söylüyorsun. çünkü suçlanıyorum. çünkü ben sindire sindire sinirlenmek ne demek, bilmiyorum. çünkü iğneyi bazen senin elinde görüyorum. çünkü sen üzülüyorsun.
çabuk sinirleniyorum.
çabuk sinirleniyorum.
aklına kurulan bir mahkeme. buraya en dürüst adamı getirsen bile çok suçlu. öldürmek yasak. gözünün önünde süründürecekler en dürüst adamları. dayanmayıp ne yapacaksın? sen zaten en suçlusun. sen zaten hep suçlusun. daha ceza mı bekliyorsun sen?! ayakların yere basıyor diye sürünmediğini aşılamıyorlar mı sana? bir kademe de öyle sürünüyorsun işte. sürünmek senin işin.
ölüm inanç içeriyor. bir mezar taşı. bir kül yığını. vs. yok olmak çok daha farklı. bu evrene dair hiçbir aidiyetinin kalmaması. öyle bir şey olsa ki zihinlerden silse beni. bu kıyafetlerin kime ait olduğunu bulamasalar mesela. bir kızı olduğuna inandığı için deli ilan etseler annemi. sahiden delirirdi zaten. ama o bile hatırlamasa. "bu odaya ne olmuş böyle" diye söylense kendi kendine.
"bu dünya çok renkli. çok parlak her şey."
çünkü mutluluk var bu dünyada. insanın durmadan ışığa bakıp da karanlıktan başka hiçbir şey görememesi gibi. gözlerim kamaşmış çünkü. gördüğüm kör nokta. bu rahatsızlığın içinde bulunmak istememek çok mu abartılı? ah, pardon.
çabuk sinirleniyorum.
bazen bir iğne değiyor balona. üfleye üfleye yorulmamış mıydın sen onu şişirirken? sanırım iğne daha güçlü. anlayamadığım, neden balona benzer bir şeye dolduruyorum her şeyi ve neden bir iğneye karşı önlem alamıyorum. insanın içinde kamufle edecek yeterli malzeme bulunmuyor sanırım. bir nehir akmıyor mesela. kilitli bir kutu da yok gördüğüm kadarıyla. koyup bir kutuya atamıyorum denizlerde fosilleşmesi için. ve korkuyorum bir gün hiç malzeme kalmayacak diye. bu atıkları koymak için. öyle ki bir balonun içine doldurmaya bile razı olmuşum. ama iğne...
çabuk sinirleniyorum.
sinirlenebildiğime göre bazı zamanlarda sakin kalabiliyorum demektir. kazanmak bu değil miydi?
çabuk sinirleniyorum.
tahammül gücümden neler gittiğini anlatmama gerek var mı aklımdaki mahkemeyle?
çabuk sinirleniyorum.
çünkü varım. çünkü burdayım.
çabuk sinirleniyorum.
daha önce benzer tepkiler vermiyordun sakinleşmediğimde.
çabuk sinirleniyorum.
küçücük bir iğnenin nelere yol açabileceği hakkında bir fikrin var mı?
çabuk sinirleniyorum.
çünkü sen hep bunu söylüyorsun. çünkü suçlanıyorum. çünkü ben sindire sindire sinirlenmek ne demek, bilmiyorum. çünkü iğneyi bazen senin elinde görüyorum. çünkü sen üzülüyorsun.
çabuk sinirleniyorum.
10 Şubat 2016 Çarşamba
baba... nice insana kim bilir ne kadar güzel şeyler anlatıyordur şu kelime. kiminin ilk aşkı, kiminin eksik yanı, kiminin tek dayanağı... zaman zaman çok düşünürüm; acaba babam hakkında yazarken sadece o anki öfkemi mi çıkarıyorum? malesef ben bu soruyu hiçbir zaman olumlu cevaplayamadım. bir yanım öyle istiyor ki delice "eveeet" diye bağırmayı... malesef. hatta ben ne zaman onunla ilgili bir şeyler karalasam bana "yanılmıyorum" dedirtecek olaylar adeta birbirini kovaladı. sanırım artık onun hakkında farklı şeyler yazamayacağım. şu an yumsa gözlerini hayata, kalbimin acısı sadece bir baba hayaline olur. hani kızların en değerlisi olan o adam. neden öyle bir baba olamadığına sızlar en çok yüreğim.
affetmeye, önemsememeye, yok saymaya ve diğer başka şeylere çok çaba gösterdim. hayalimdeki baba figürüne sığındım çoğu kez. çoğu kez de hayalimdeki baba figürünü suçladım, var olduğu için. oydu belki de sorun çıkaran. o kadar kusursuz olamazdı belki kimse? affettim zaman zaman, hayalimdeki babadan bir davranış sergilediğin için kırk yılın başında. böyle kabul etmeliyim belki de dedim, olağan şeylermiş gibi görmeye çalıştım sorunları, önemsemedim. kırıldıkça ve tamir edilemedikçe, bu yönde atılmış bir adım göremedikçe "babam işte" dedim, geçiştirdim. her şeyi olmamış sayıp, kendimce bir şans daha verdim sana. çocuk aklımla. beni omuzlarında taşıdığın o günlere giderek. hissen hatırlamasam da omuzlarında gezdiğim günleri bilerek. kucağındaki bebeklik fotoğrafımı anımsayarak. kuşlara yem atmaya benden daha meraklı olduğunu anlattığı için annem. tüm bunlar sadece bilincimde varlığını sürdürüyor. kim bilir ne kadar mutlu ediyordun küçük kızını. sorun bende mi acaba diye döndüm baktım defalarca. defalarca kendimi sorguladıktan sonra gördüm ki bu, senin hiç yapmadığın bir şey. sen her zaman haklı, her zaman doğru, her zaman en iyi olansın. sonuç olarak sen hariç herkes senin zıttın olmayı başardı. bu sorgulanması gereken bir başarıdır bence. her zaman haklı olduğunu düşünürken haksız görünmen, doğru kabul ettiğin şeylerin yanlış görünmesi, tüm iyi niyetinle davranırken en kötü insan olup çıkıvermen sahiden seni hiç düşündürmüyor mu kendi adına? sırf bunlar yüzünden senin kötülüğünü istediğimizi düşünmen... bizler senin gözünde "bir hata yapsa da vursak yüzüne" diye beklemeye koyulmuş insanlarız. bunu anlamak çok güç olmuyor. ama sen hiç demiyorsun ki; ben ne hatalar yaptım... hiç düşünmüyorsun ki kötülüğünü istesek neler yapabileceğimizi... sen sadece suçluyorsun. kırıyor, kırıyor ve kırıyorsun. sen bugün ikinci şansını da feci şekilde kaybettin baba. anlamayan, dinlemeyen, tenezzül etmeyen ama habire homurdanan bir adamsın. öfkenin kurbanısın. halbuki ben yirmi yıldır hayal ettiğim bir şeyi daha geçen doğum günümde gerçekleştirmiştim seninle ilgili. sahiden içten, uzun uzun sarılsam öpsem, ne yapardın acaba? küçükken çekinirdim, hatırlıyorum. yirmi yıl sonra kalktım sana hayatım boyunca sarılmadığım kadar uzun ve sıkı sarıldım. yine hayalimdeki baba figürüne sığınarak. tamam, o kadar kusursuz olamazdı belki kimse. hiçbir zaman olmadığı kadar kalbimi açtım sana, sevgimi kattım durdum. yerle yeksan etmek her şeyi iki dakikada... sen akıllanamadıkça ben akıllandım baba. yeri geldi üzüldüm haline, acıdım sonra. artık pek bir şey hissedebileceğimi sanmıyorum iyilik adına. akıllandım ve sana üçüncü bir şans tanıyacak olursam, bu benim hatam olur, bunun farkına vardım. antredeki yeri değişmeyen koca biblodan pek farkın yoktu gözümde ikinci şansı verene kadar. ait olduğun yere yine döndün baba.
oysa güzel babaların kızları... bence onlar hiç düşünmüyordur kötü bir babaya sahip olmayı, hayallerinde başka bir babaya yer vermeyi. benim kadar büyük olmuyordur endişeleri, kendi çocuklarının babası hakkında. ve hatta kendi anneliği hakkında. fakat üzülecekler günü geldiğinde. hak edene üzülmek bence çok da sorun değil, "acaba bir gün düzelir miydi?" merakının yanında. ben bu soruyu da hiçbir zaman olumlu cevaplayamıyorum, yine bir yanım deli gibi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)